tag:blogger.com,1999:blog-15239463984983708172024-02-19T12:18:17.437+03:00İnsan Olarak Atatürkİyi gemiciler, durgun denizlerde yetişmez...Unknownnoreply@blogger.comBlogger48125tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-7223752679186214012010-04-27T13:25:00.000+03:002010-04-27T13:25:28.437+03:00İlk Kadın Öğretmen : REFET ANGINAtatürk, yazı inkılâbı gezisinde 2 Eylül 1928'de Gelibolu'ya da uğramıştı. <br />
<br />
Öğrenci Refet anlatıyor: <br />
<br />
"Karşılamada ben, Atatürk'e bir buket sunarken tökezleyip düşmüştüm. <br />
<br />
Atatürk, beni yerden kaldırdı ve iki yanağımdan öptü: <br />
<br />
-Acıdı mı kızım? diye sordu. <br />
<br />
Ben: <br />
<br />
-Hayır, acımadı diye cevap verdim. <br />
<br />
Atatürk, yanındakilere: <br />
<br />
-Bunun ayağına dikkat edin diye emir verdi". <br />
<br />
Öğretmen Adayı Refet<br />
<br />
24 Aralık 1930'da Edirne'de okulları gezen Atatürk, Kız Öğretmen Okuluna da uğramış, sınıflarda dersleri dinlemişti. <br />
<br />
Öğrenci Refet anlatıyor: "Atatürk, okula geldiğinde, kendisine okul adına bir buket sundum ve şu konuşmayı yaptım:<br />
<br />
-Aziz Paşa'm!Türk yurdunun sınır kapısı olan Edirne'ye ve memleketimize gelişiniz bizi çok sevindirdi. Arkadaşlarım adına size hoş geldiniz, diyor ve bu buketi sunuyorum. Lütfen kabul buyurun. Paşa'm! Size muallim olmak için söz vermiştim. Ve işte muallim namzedi olarak karşınızdayım. <br />
<br />
Atatürk, buketi aldı ve : <br />
<br />
-Evet hatırladım. Sen Gelibolu'da düşen küçük kız değil misin? dedi. Atatürk, sözlerine şöyle devam etti: <br />
<br />
-Söyle bakalım, ne muallimi olmak istiyorsun? <br />
<br />
Ben, bir an yanımdaki öğretmenlerime baktım ve dedim ki: <br />
<br />
-Riyaziye (Matematik) muallimi olacağım. <br />
<br />
Atatürk: <br />
<br />
-Hayır, seni Riyaziye muallimi değil, Tarih muallimi olacaksın dedi. <br />
<br />
Ben:<br />
<br />
-Emredin Paşa'm, ama neden? diye cevap verdim. <br />
<br />
Atatürk: <br />
<br />
-Ha, bak, ben seni küçükken de tanıdım. Sen, o zaman küçüktün; yine iki lâf etmesini biliyordun. <br />
<br />
Şimdi de seni seçtiklerine göre, sende bir şeyler var. Görüyorum ki çok okuyorsun ve güzel konuşuyorsun. Onun için sen, Tarih muallimi ol dedi" . <br />
<br />
Tarih Öğretmeni Refet <br />
<br />
20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayında İkinci Türk Tarih Kongresi yapılmıştı . Bu kongreye katılan Gelibolu Ortaokulu Tarih Öğretmeni Refet Angın anlatıyor: "20-25Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresinde delege olarak bulunuyordum. Dolmabahçe Sarayında Kongre çalışmaları devam ederken Afet İnan, beni bir gün Atatürk'e şöyle tanıttı: <br />
<br />
-Size, çiçeği burnunda bir Tarih öğretmeni tanıtmak istiyorum. <br />
<br />
Atatürk, bu söz üzerine dedi ki: <br />
<br />
-Çocuk, sen geç kalmışsın; ben, onu tanıyorum. <br />
<br />
Ben de:<br />
<br />
-Paşa'm, ben emrinizi yerine getirdim ve Tarih öğretmeni olarak emrinizdeyim. dedim. <br />
<br />
Atatürk: <br />
<br />
-Bak, öğretmen olmak kâfi değil; görev şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın. <br />
<br />
Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı'nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları'nı sakın unutma! dedi. <br />
<br />
Ben:<br />
<br />
-Efendim, biliyorsunuz, ben Geliboluluyum. dedim. <br />
<br />
Atatürk:<br />
<br />
-Evet, biliyorum. Bak, çocuk; bunu neden söylüyorum? Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları'dır. Ezkaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu. diye konuşmasına devam etti. <br />
<br />
Ben ise: <br />
<br />
-Tamam, Paşa'm! Emredersiniz! şeklinde karşılık verdim. <br />
<br />
Atatürk, sözlerine şunları da ekledi: <br />
<br />
-Bak, çocuk; sana bir şey daha söyleyeceğim. İnkılâpları ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma! <br />
<br />
Ben: <br />
<br />
-Paşa'm, nasıl unuturum? Cumhuriyeti nasıl kazandık? Siz, Yüce Kahraman Atatürk'sünüz. diye cevap verdim. <br />
<br />
Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi: <br />
<br />
-Biliyorum; ama, yine unutma diyorum...<br />
<br />
" BEN HERŞEYDEN ÖNCE ÖĞRETMENİM ''Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-53029694503951075462009-12-24T14:23:00.002+02:002009-12-24T14:23:59.739+02:00KARDEŞ KARDEŞE BORÇ VERMEZMustafa Kemal Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta “Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan hükümetinden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim” diyordu. Kazım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan hükümetine iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükümeti arasındaki ilk resmi temastı. <br />
<br />
<br />
Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan kardeş eli <br />
<br />
1921 yılı içinde Nerimanov’un şahsi emri ile Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta “...Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz.” diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. <br />
<br />
Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yolu ile Azerbaycan dokuz bin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi. <br />
<br />
Mustafa Kemal Paşa 1921 yılında Nerimanov’a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov’a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg . altın gönderdi. Bunun 200 kg . devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silah için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov Rusya’dan aldığı 10 milyon altın rubleyi Ankara’ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. <br />
<br />
23 Mart 1921’de Azerbaycan hükümeti talep etmediği halde Türkiye’ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. <br />
<br />
Nerimanov, Mustafa Kemal Paşa’nın yazdığı mektuba yazdığı cevabi mektubunda her gün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını yazıyor ve sonra ilave ediyordu; “Paşam, bizim Türk milletinde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz.” (A. Şemseddinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği Alâkaları, shf.66)Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-57660738472942583172009-12-24T14:07:00.001+02:002009-12-24T14:18:30.309+02:00YAŞAMA BAĞLIYDI, ALÇAK GÖNÜLLÜYDÜ..<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9rYKzAu9OzOSGt10VSbC-2ryHeOBglg1_iv7t5_qWc6WR1E0_RVc65DJMQVRWkUcB6J-yik9cTXSf3qx-1vs268_YCZ0c78zijCD52KmV7TAvLe59Q_pN3IOa2ElcsQxbgrxnIB9yTfY/s1600-h/509.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9rYKzAu9OzOSGt10VSbC-2ryHeOBglg1_iv7t5_qWc6WR1E0_RVc65DJMQVRWkUcB6J-yik9cTXSf3qx-1vs268_YCZ0c78zijCD52KmV7TAvLe59Q_pN3IOa2ElcsQxbgrxnIB9yTfY/s200/509.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8-LZFuvOfrugtRVpGw4RIK2bVPjQSSAOZsh4L9-RmCW_8QCS7-4R6TQo9RlW_5J6165hl4j_vrbSwxRHwsBpOjHdbLtotdp51CYQWn_o3OXge47C2okOr-VsAbrv9VWME7jlySuDf0ZE/s1600-h/4004b.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8-LZFuvOfrugtRVpGw4RIK2bVPjQSSAOZsh4L9-RmCW_8QCS7-4R6TQo9RlW_5J6165hl4j_vrbSwxRHwsBpOjHdbLtotdp51CYQWn_o3OXge47C2okOr-VsAbrv9VWME7jlySuDf0ZE/s200/4004b.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijpn4quyIrAjYq-cecaksKo_wX22UaJ5RuF9gk_FsqkH88tg1F1hmi3tt7L1oyl8KvrKjs1VKz3UQSKPvf2AVgVuv43l2tNj2Wg1NpPQ4fvllThPmtt4hSrqQiOzot4762CoQ3mpPS4K8/s1600-h/ata22.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijpn4quyIrAjYq-cecaksKo_wX22UaJ5RuF9gk_FsqkH88tg1F1hmi3tt7L1oyl8KvrKjs1VKz3UQSKPvf2AVgVuv43l2tNj2Wg1NpPQ4fvllThPmtt4hSrqQiOzot4762CoQ3mpPS4K8/s200/ata22.gif" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-N-Y7LdqEhspf59ruZXRBcWJt3tKfi7RdBpitgDfwWYEg7sLPcmu05d6KhF388Irb2A2_jmigx_iIqd08dg3HcWoXTwP0YnxGipraUgA8rym4pzUQoDOXexee4Dne8nL00LDW0UK7Xag/s1600-h/ata24.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-N-Y7LdqEhspf59ruZXRBcWJt3tKfi7RdBpitgDfwWYEg7sLPcmu05d6KhF388Irb2A2_jmigx_iIqd08dg3HcWoXTwP0YnxGipraUgA8rym4pzUQoDOXexee4Dne8nL00LDW0UK7Xag/s200/ata24.gif" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBgRcyG2fPg_f-TP6-_GU0wv5JlnHqOv1WALW0OH7MIHgHHTS6JHiCPMi4h2NWMWLLQ6QYsIjvLSCdgpS9xFJjDJr75MPNltHyp7NZoksQhoVPfMQtvqhHhUrgICRhia750NEVEGOiy-Y/s1600-h/ata25.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBgRcyG2fPg_f-TP6-_GU0wv5JlnHqOv1WALW0OH7MIHgHHTS6JHiCPMi4h2NWMWLLQ6QYsIjvLSCdgpS9xFJjDJr75MPNltHyp7NZoksQhoVPfMQtvqhHhUrgICRhia750NEVEGOiy-Y/s200/ata25.gif" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiY4FEoeDAvOG7SjwQn4en9szlBqPQqbIyEbqpLH-7FFNFBT56v5YZnSF57CxW8z-Sw9HdPSB58ER5MrNJ8v4utemTPIB3ZUafpcT_pibBkRF-qoMeE6sEDdDro6-Wykb4xk9CXZug3Iv4/s1600-h/ata224_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiY4FEoeDAvOG7SjwQn4en9szlBqPQqbIyEbqpLH-7FFNFBT56v5YZnSF57CxW8z-Sw9HdPSB58ER5MrNJ8v4utemTPIB3ZUafpcT_pibBkRF-qoMeE6sEDdDro6-Wykb4xk9CXZug3Iv4/s200/ata224_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggDLRXYkvUBLr4qqjdr1bdlHzS4JZWGXWPmxNjoGsYXTZViwfzSDhWRAD4qGsoqBzx7DsiVEVG9BtJhQGhau5RjMuE7kYet79cFMH09l0XL0v-qsYrCMcVNbxxO9Uym4yjp4ZpFozcDno/s1600-h/ata239_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggDLRXYkvUBLr4qqjdr1bdlHzS4JZWGXWPmxNjoGsYXTZViwfzSDhWRAD4qGsoqBzx7DsiVEVG9BtJhQGhau5RjMuE7kYet79cFMH09l0XL0v-qsYrCMcVNbxxO9Uym4yjp4ZpFozcDno/s200/ata239_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3RK85lZRnHM84DMv90nHUsmCEAUpkXlZNe3X33jApTQjuaD2pLUh8jHNHc1PZ2YbRqX3Rg-3DrPrRGcYp2SaMAlG8A2GacUtdDrJh39v2obo42zXyj3LD7U-iajBSeWEXexdO_j3PEoc/s1600-h/Atam_275_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3RK85lZRnHM84DMv90nHUsmCEAUpkXlZNe3X33jApTQjuaD2pLUh8jHNHc1PZ2YbRqX3Rg-3DrPrRGcYp2SaMAlG8A2GacUtdDrJh39v2obo42zXyj3LD7U-iajBSeWEXexdO_j3PEoc/s200/Atam_275_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdZlpz0L_lGwoGCwbfwS-kMYzTyMN5QwMRo19Oh24nKepL36YNY16OLcp3lkQGNhUGC70A-_fnVM33v5PBsus7YzfM4qZBK9lG-N0o0uoPwwamqdSfQsmhxELU6XkI-8hZ3e-fUBIo5u0/s1600-h/ataturk2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdZlpz0L_lGwoGCwbfwS-kMYzTyMN5QwMRo19Oh24nKepL36YNY16OLcp3lkQGNhUGC70A-_fnVM33v5PBsus7YzfM4qZBK9lG-N0o0uoPwwamqdSfQsmhxELU6XkI-8hZ3e-fUBIo5u0/s200/ataturk2.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA5Yf1YdHFj5Mhz9A7HzawmhuQM9TFsvBERodSZT8ECZmRpMYdzregvxr_fQz34KeCW-22L_Q08759uBqBaz2O_sA7nFtb3uEbokZHHeDAsXdiO9WTEKFFOJ-37yu8HX83PjwJNz9rnfM/s1600-h/ataturk8_s.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA5Yf1YdHFj5Mhz9A7HzawmhuQM9TFsvBERodSZT8ECZmRpMYdzregvxr_fQz34KeCW-22L_Q08759uBqBaz2O_sA7nFtb3uEbokZHHeDAsXdiO9WTEKFFOJ-37yu8HX83PjwJNz9rnfM/s200/ataturk8_s.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiokvYv7mBeypFcUjZK5lPp1_JkwXjDfq5rUm7Bv0wSVV3twtEhHdITRj3dqlogVoScdZJmJkwy9AkTEHhLZjDCvrK4ONX1nVrKJR7IslMOE0T8BGYkcVtdY5mr1UnU_-En89sQF-hkw9I/s1600-h/b21.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiokvYv7mBeypFcUjZK5lPp1_JkwXjDfq5rUm7Bv0wSVV3twtEhHdITRj3dqlogVoScdZJmJkwy9AkTEHhLZjDCvrK4ONX1nVrKJR7IslMOE0T8BGYkcVtdY5mr1UnU_-En89sQF-hkw9I/s200/b21.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxohcS7IoGYdIIddHl8-CslBloSBV2sa2Rhq06lzcBB9hzAOLi64Cowym09LHnV13H81OyZF2j3ao8eNup3pXh8qMQNwOWvfHlIOdmIc3o1hZv4jr47THhIGLfahCSZL49IkAGnHvbmDM/s1600-h/r80.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxohcS7IoGYdIIddHl8-CslBloSBV2sa2Rhq06lzcBB9hzAOLi64Cowym09LHnV13H81OyZF2j3ao8eNup3pXh8qMQNwOWvfHlIOdmIc3o1hZv4jr47THhIGLfahCSZL49IkAGnHvbmDM/s200/r80.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5cy7SNEAD59cDvZIKLDcj_jlB6fBLkhs1j-YJmI53_i094aXcMPAuWpGpV_DTk3gsePox9Dx8YhAq51RoPrdDrqidHhEgjrdOA_-f8iYL1raej-PzjdA8aBsYL-y_OriD-Ocl2eEdKcA/s1600-h/06.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5cy7SNEAD59cDvZIKLDcj_jlB6fBLkhs1j-YJmI53_i094aXcMPAuWpGpV_DTk3gsePox9Dx8YhAq51RoPrdDrqidHhEgjrdOA_-f8iYL1raej-PzjdA8aBsYL-y_OriD-Ocl2eEdKcA/s200/06.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6x99jgMlYFbjICQdQpjyAE80gqlW8vGcQLjE6ed2a2ZmWR1T8NN4a0Zb225CV2RRDyV_qSYOXKfI005_BFjnJ0twcAvHrZy1k0ojR4PdWuCxrNoceuhOe7tYPFLe8CDYBruncQ0RrFMA/s1600-h/10.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6x99jgMlYFbjICQdQpjyAE80gqlW8vGcQLjE6ed2a2ZmWR1T8NN4a0Zb225CV2RRDyV_qSYOXKfI005_BFjnJ0twcAvHrZy1k0ojR4PdWuCxrNoceuhOe7tYPFLe8CDYBruncQ0RrFMA/s200/10.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAK5NDuan19I_BbhVxCuX0xtyIbvgPPhZI_ixhF-TxcDKfGMiUVKxmZeZXzc12V7pTjfpFq_n5C047AMPwBn5O_LjGggczUdoAxXGxXUHDdGXR8J9jNaH1y0Y3A_DRmCeUv1p3jc2kHdo/s1600-h/35.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAK5NDuan19I_BbhVxCuX0xtyIbvgPPhZI_ixhF-TxcDKfGMiUVKxmZeZXzc12V7pTjfpFq_n5C047AMPwBn5O_LjGggczUdoAxXGxXUHDdGXR8J9jNaH1y0Y3A_DRmCeUv1p3jc2kHdo/s200/35.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgKfmArWSWCUWP_BiawNaEyurS-xRl7WldNr7BQ1eArInRTFg4bs2jEnewDYN-8keH1wWSHFr1xGp89LD6CqeWJgei7z-cxl5s_37bSJK3ZugmJqpndIWbxEm0M9__2gBzm28m4e8vcG4/s1600-h/36.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgKfmArWSWCUWP_BiawNaEyurS-xRl7WldNr7BQ1eArInRTFg4bs2jEnewDYN-8keH1wWSHFr1xGp89LD6CqeWJgei7z-cxl5s_37bSJK3ZugmJqpndIWbxEm0M9__2gBzm28m4e8vcG4/s200/36.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju2sqB4huRIEECQ7GoIL4RMKTzACoDWdb1QR8XLSDmZ88roXNgQUXcvhLHtuKDGObTM2ugGzRgi9WE737vfUyrDWhUvEhhEP1U2ijljxTzCB41mD9DiZl3ZJxJHxTuGiCg-7jCOAoAKBU/s1600-h/38.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju2sqB4huRIEECQ7GoIL4RMKTzACoDWdb1QR8XLSDmZ88roXNgQUXcvhLHtuKDGObTM2ugGzRgi9WE737vfUyrDWhUvEhhEP1U2ijljxTzCB41mD9DiZl3ZJxJHxTuGiCg-7jCOAoAKBU/s200/38.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIGXiqwH73MngjmwVqROYWC5Wv3GkFC4CUN957d32pK05WVH_SqThS-YbR1I28VlsVxKc032Q_Ymtj5Q09BPqOgeOIzpD-zoKz6nV7WaotVDJYBglFbswCmiaQpREvjJp5rHP7WfvdXqU/s1600-h/48.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIGXiqwH73MngjmwVqROYWC5Wv3GkFC4CUN957d32pK05WVH_SqThS-YbR1I28VlsVxKc032Q_Ymtj5Q09BPqOgeOIzpD-zoKz6nV7WaotVDJYBglFbswCmiaQpREvjJp5rHP7WfvdXqU/s200/48.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgApRJsBbDCfBQaJq_glpDd6tYjeYoHN2vj4EJRD9UtwwsWwpezLwAh6nt-JZFnheT53LFha98aQTXOVmE8PJ1BtYxwyuj6JOnE_OEq29RMv_iMO24N1pa7hOBFqtiliSSw8NY-2lnafL8/s1600-h/51.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgApRJsBbDCfBQaJq_glpDd6tYjeYoHN2vj4EJRD9UtwwsWwpezLwAh6nt-JZFnheT53LFha98aQTXOVmE8PJ1BtYxwyuj6JOnE_OEq29RMv_iMO24N1pa7hOBFqtiliSSw8NY-2lnafL8/s200/51.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoh36XCZlHYSQJR9IgIS4pPl2Re8fNaPgU3t0e2edvUkxgFR2DbKyLC-dfbFWXabg6G0EghXXi7lBKkTHTT14B38sHVI0hBNPYAGPJ2dX41ut__-n06z9rwh0owtyQJ-4m19zk1Sw7NXA/s1600-h/101.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoh36XCZlHYSQJR9IgIS4pPl2Re8fNaPgU3t0e2edvUkxgFR2DbKyLC-dfbFWXabg6G0EghXXi7lBKkTHTT14B38sHVI0hBNPYAGPJ2dX41ut__-n06z9rwh0owtyQJ-4m19zk1Sw7NXA/s200/101.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoMLfR_yIzNknAXjic0oY82q3KHmHqSQDqWdyWfsWXM5wMXebqpqSfy1DXNF8m-qW4QP-p4GXRDLkooncqt34QpVoYdUIOTTZSQYo4h641GB5pevr1ZgvACuwUtFc8YG9uebQzPcsa4G0/s1600-h/121.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoMLfR_yIzNknAXjic0oY82q3KHmHqSQDqWdyWfsWXM5wMXebqpqSfy1DXNF8m-qW4QP-p4GXRDLkooncqt34QpVoYdUIOTTZSQYo4h641GB5pevr1ZgvACuwUtFc8YG9uebQzPcsa4G0/s200/121.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3vXJ07Mjd5T_eS_17myFHTNsY1xSsNURba1FjYzhy9f_NisTwyhUwkBcT4YMqhSs-55uMp6yr0Z85qjwVeHNMl2UcrrHkjjjekws9N0xmFEVUZY8QT-7DCLkgtExF-N5AHTqcz4T7y14/s1600-h/155.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3vXJ07Mjd5T_eS_17myFHTNsY1xSsNURba1FjYzhy9f_NisTwyhUwkBcT4YMqhSs-55uMp6yr0Z85qjwVeHNMl2UcrrHkjjjekws9N0xmFEVUZY8QT-7DCLkgtExF-N5AHTqcz4T7y14/s200/155.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzlWhsvQTUkVOJF5_imm3WHWqgiqoeG9v0ElZ9h0sbg40F3hnp14Erww18PUVA1419gCmtWNXLZSaqclCpRUm91Vum8QXkVNkbpp_t7_fkzIMlJ5Bxt91d9q9cLdMSuKoaNMSuF7pKDnk/s1600-h/189.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzlWhsvQTUkVOJF5_imm3WHWqgiqoeG9v0ElZ9h0sbg40F3hnp14Erww18PUVA1419gCmtWNXLZSaqclCpRUm91Vum8QXkVNkbpp_t7_fkzIMlJ5Bxt91d9q9cLdMSuKoaNMSuF7pKDnk/s200/189.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUjB_Qh2r4RcVeFMecnkC3nb2EV1ExaTJIFVGsb2M84NkSfzF8AdPNr7o_MPfqEzEATIZq5B363sQOp9Ya_jiImg722PVA01I9hntPrHZibwHBqnSpwKPV6ZPxqwy8o9wCOUSxOdHc2Po/s1600-h/190.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUjB_Qh2r4RcVeFMecnkC3nb2EV1ExaTJIFVGsb2M84NkSfzF8AdPNr7o_MPfqEzEATIZq5B363sQOp9Ya_jiImg722PVA01I9hntPrHZibwHBqnSpwKPV6ZPxqwy8o9wCOUSxOdHc2Po/s200/190.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ3pi39kRJkRKVNHCuL4wlBmiKU_8sxkBgi-_3sfosi5LxDlFxZ_6Ul2Ir7OpyWwHjqv0F1O8TozVN9PjjG07cLJ-etYV7RG0lr2KjrGroGKpH6l4uepboxgo1EtDXU4riFqOdUauRZCc/s1600-h/195.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ3pi39kRJkRKVNHCuL4wlBmiKU_8sxkBgi-_3sfosi5LxDlFxZ_6Ul2Ir7OpyWwHjqv0F1O8TozVN9PjjG07cLJ-etYV7RG0lr2KjrGroGKpH6l4uepboxgo1EtDXU4riFqOdUauRZCc/s200/195.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAWwtBtXwa5-qzkQbl2gyuQPrF0mCsgKRMDA82ul5X61XEBR_CQXyJkd7ZCPjpJ5ezsgBtDdlmdX-WoVqLw5cKmQYc2wYQJ981aacVzxIDPSX8h8dupLkURpFo8P6Zc9eojhI-5mv-66k/s1600-h/197.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAWwtBtXwa5-qzkQbl2gyuQPrF0mCsgKRMDA82ul5X61XEBR_CQXyJkd7ZCPjpJ5ezsgBtDdlmdX-WoVqLw5cKmQYc2wYQJ981aacVzxIDPSX8h8dupLkURpFo8P6Zc9eojhI-5mv-66k/s200/197.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL7wjuJGty8heH0C-F89icmiUwUnBp45FEnb6LiKcrPuvQSFcl7ysMKDfQPqPGoVCkjJU0ZroqE9pxo2kTQi47vYgRvwu8cvFQt1vrws9xq9_x138jN572brKui5u_YjSpnDhwe1XWo-Q/s1600-h/206.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL7wjuJGty8heH0C-F89icmiUwUnBp45FEnb6LiKcrPuvQSFcl7ysMKDfQPqPGoVCkjJU0ZroqE9pxo2kTQi47vYgRvwu8cvFQt1vrws9xq9_x138jN572brKui5u_YjSpnDhwe1XWo-Q/s200/206.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKNXRZOv_kY1cyKtTInYr14fw7t1B0unl8H63uqu0Bw4uBtqj_-TmAQNBJIQ8WEpIGMhjJc_axJBb2oPtHrtQX6_uXf02P60BByPfEu41UU3dTJwLjdN-BNqoZLyM387ML4yL9RSIdmhw/s1600-h/211.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKNXRZOv_kY1cyKtTInYr14fw7t1B0unl8H63uqu0Bw4uBtqj_-TmAQNBJIQ8WEpIGMhjJc_axJBb2oPtHrtQX6_uXf02P60BByPfEu41UU3dTJwLjdN-BNqoZLyM387ML4yL9RSIdmhw/s200/211.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHfa6AAWWkOFw32BEiEp7JY1aF-knQ_9V17Y63mQOA_Q5BS9hSIwLU3wwXIJ_6xznPkk6ze8Li22irEOlqaffFtSogsApexW8cS-tpGt_rtzrW4B0F3VgPrRL0gCqh98dSS4h67eWETaA/s1600-h/330.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHfa6AAWWkOFw32BEiEp7JY1aF-knQ_9V17Y63mQOA_Q5BS9hSIwLU3wwXIJ_6xznPkk6ze8Li22irEOlqaffFtSogsApexW8cS-tpGt_rtzrW4B0F3VgPrRL0gCqh98dSS4h67eWETaA/s200/330.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVFo64MMEPWAukWn4xJ0ZY5WAMyJE9ktiYaXhdV9M5MXXEjsuQn6H-xB4lt-sB9QoaUhqtDHfjcHrA4t75bOhNqz6cl8womTImgXEUt54w_-vsqsTiecyZW6vrDsFpLR6NS3GduI_qlKI/s1600-h/359.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVFo64MMEPWAukWn4xJ0ZY5WAMyJE9ktiYaXhdV9M5MXXEjsuQn6H-xB4lt-sB9QoaUhqtDHfjcHrA4t75bOhNqz6cl8womTImgXEUt54w_-vsqsTiecyZW6vrDsFpLR6NS3GduI_qlKI/s200/359.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyQuTrDnXLgNybIXDUTR7jqw710Rw7dgxZ0GDdEwo_SA7T5MV0mVgTucqde4RUNvcTxuaPILYFS05i3oWPMlbEDPqQHsylOD_IBhkSksQ-OIxjyoFl2v_h7kBECOsMMSO_JhC3K_CQL4g/s1600-h/360.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyQuTrDnXLgNybIXDUTR7jqw710Rw7dgxZ0GDdEwo_SA7T5MV0mVgTucqde4RUNvcTxuaPILYFS05i3oWPMlbEDPqQHsylOD_IBhkSksQ-OIxjyoFl2v_h7kBECOsMMSO_JhC3K_CQL4g/s200/360.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguX6GkmsnSxqpwhH37okoXMqvXcVPIZYnRznL_u93oUjCkAuL3vr4P6XdIQvm1J8aRPdLhQavvZ0XFVs_qEvE_LloHdT5-9KTs8dPjfPD9hBbtS7l0L_M2NrA7HHQtkaxeJ21aSIJBxp0/s1600-h/378.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguX6GkmsnSxqpwhH37okoXMqvXcVPIZYnRznL_u93oUjCkAuL3vr4P6XdIQvm1J8aRPdLhQavvZ0XFVs_qEvE_LloHdT5-9KTs8dPjfPD9hBbtS7l0L_M2NrA7HHQtkaxeJ21aSIJBxp0/s200/378.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOcyLBsUxqOmFfTZGdQMeb6HSvW_wyVQ4jegx_-bKDZRC2CAEyo7VH2XsvVtR9UrDzGG5yofChztldFtFCPpQ-5IS57kx_VvCVN7b2FXCNv3pj5JDd-pazFuHAK2Wnaw9zzMVMIFuXOLk/s1600-h/384.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOcyLBsUxqOmFfTZGdQMeb6HSvW_wyVQ4jegx_-bKDZRC2CAEyo7VH2XsvVtR9UrDzGG5yofChztldFtFCPpQ-5IS57kx_VvCVN7b2FXCNv3pj5JDd-pazFuHAK2Wnaw9zzMVMIFuXOLk/s200/384.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9I8i1ybfNIt3N7jII-P_UOzcSBM2IroKpQhf55Qi7M51jNDmwP-mZZWyP0IM4b9jNK_E42KSHZbYGbmnznk1Z5gfrHKquBiNo-rt2s8vZ2oLKJKNWtUvoHPe0JyHqnRgi9HuqnzNx4Lg/s1600-h/399.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9I8i1ybfNIt3N7jII-P_UOzcSBM2IroKpQhf55Qi7M51jNDmwP-mZZWyP0IM4b9jNK_E42KSHZbYGbmnznk1Z5gfrHKquBiNo-rt2s8vZ2oLKJKNWtUvoHPe0JyHqnRgi9HuqnzNx4Lg/s200/399.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfI7e4iQb8PeKVwDRSA0H9_fvt1LsYI81SFCDiZc7neAgtL9lX2gP_TWjYgJ7_tI7p5CoXdAI6nn9KlWnbCs_AVce7XS6fzpJWzTVsfGIKYBWwlHoenkC_g7-b_oy65oWuyE2CVRRKPQ0/s1600-h/402.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfI7e4iQb8PeKVwDRSA0H9_fvt1LsYI81SFCDiZc7neAgtL9lX2gP_TWjYgJ7_tI7p5CoXdAI6nn9KlWnbCs_AVce7XS6fzpJWzTVsfGIKYBWwlHoenkC_g7-b_oy65oWuyE2CVRRKPQ0/s200/402.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrYM0QpoTIhA8R28vDMHx9N2oOwU8VdjkH6E3B9qHkWXAPAjKkL8dQzO2peHWfe7eYoqLJB13trgItGAqtACH6rZVhRt9V9gVUg9ng_zfnoM5nBiAcg0ExEhBtGpYMTrq-x1pWTxI64io/s1600-h/420.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrYM0QpoTIhA8R28vDMHx9N2oOwU8VdjkH6E3B9qHkWXAPAjKkL8dQzO2peHWfe7eYoqLJB13trgItGAqtACH6rZVhRt9V9gVUg9ng_zfnoM5nBiAcg0ExEhBtGpYMTrq-x1pWTxI64io/s200/420.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwvaebFW8omz3HVI8DyqZIHlmKMNjGDQHDcN10ysffADumGlHFdecwgxEh6tr62CXFYiS12b4_GEis_Ht6zfKtVPePw6Xz-_L6j_LY6g7fJJqTu2gUSoZRn8GEmbh4TQvKUzLeylLvdow/s1600-h/431.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwvaebFW8omz3HVI8DyqZIHlmKMNjGDQHDcN10ysffADumGlHFdecwgxEh6tr62CXFYiS12b4_GEis_Ht6zfKtVPePw6Xz-_L6j_LY6g7fJJqTu2gUSoZRn8GEmbh4TQvKUzLeylLvdow/s200/431.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSiljXdiS1jMTBCkyUyxxx_rufQGqMTLvnRnF9kYU8MucliA9Dwuve-IUxMXsK6qKEz-ZQnmRa9bU36aleQWpNqekbUsV6WFJzPP_GgF30vWFO8GK4vyto2opuLYFGZlfkgjbIyjLazAE/s1600-h/453.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSiljXdiS1jMTBCkyUyxxx_rufQGqMTLvnRnF9kYU8MucliA9Dwuve-IUxMXsK6qKEz-ZQnmRa9bU36aleQWpNqekbUsV6WFJzPP_GgF30vWFO8GK4vyto2opuLYFGZlfkgjbIyjLazAE/s200/453.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNxcPDFl1Bk90PXnEYZwPlPWW03pjd3WDg5NRZSYQlfP1ApBbOg111RQJfPsUR9jSsp1jbtQk0sclONSVS46FAIw5Pc-Kb8-t-nmZKtEIelSNHn6Hmi8H_R5puatjsMwHOZBrWEENYatM/s1600-h/454.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNxcPDFl1Bk90PXnEYZwPlPWW03pjd3WDg5NRZSYQlfP1ApBbOg111RQJfPsUR9jSsp1jbtQk0sclONSVS46FAIw5Pc-Kb8-t-nmZKtEIelSNHn6Hmi8H_R5puatjsMwHOZBrWEENYatM/s200/454.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE-KSyZcAQhTAhQp7bsRHfoFmoh6nc0f1oZ0aQUuMaS5KMKMtPsAoNiDTlMGNB-Yo1BrqFs9UOgyxWsbe-VmwNrwC8r-qYq5eLzdBiBc85VL6g5FX4vAOWdeJHygaIJukesocjwZs1mmc/s1600-h/459.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE-KSyZcAQhTAhQp7bsRHfoFmoh6nc0f1oZ0aQUuMaS5KMKMtPsAoNiDTlMGNB-Yo1BrqFs9UOgyxWsbe-VmwNrwC8r-qYq5eLzdBiBc85VL6g5FX4vAOWdeJHygaIJukesocjwZs1mmc/s200/459.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyP6eAoLmT9xeBf97MlsFV8qEppXFg3sXlS1_9G4JqHKJrTHQaAxZ8NiZvKRgGXL9E7Lf1K5JdykG8eaDETM6UesTkU9wzh-xbDwNuxeCijFXUuoc2HOUwGxO8lHSNMJY9PVjYBl61j-c/s1600-h/464.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyP6eAoLmT9xeBf97MlsFV8qEppXFg3sXlS1_9G4JqHKJrTHQaAxZ8NiZvKRgGXL9E7Lf1K5JdykG8eaDETM6UesTkU9wzh-xbDwNuxeCijFXUuoc2HOUwGxO8lHSNMJY9PVjYBl61j-c/s200/464.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNlnJwdthtnlKK4Uvgqdf-KuQEftDQTb84GJoaPcLS1ZilIz0gL39B55wZxcrAgBN5IC9JZFa4At0lVsEsBtEG_3lyygWUFUo5prnpBigbZ7G88TqhLlRdk2liWu1s8ntot6IZJkfHfbY/s1600-h/466.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNlnJwdthtnlKK4Uvgqdf-KuQEftDQTb84GJoaPcLS1ZilIz0gL39B55wZxcrAgBN5IC9JZFa4At0lVsEsBtEG_3lyygWUFUo5prnpBigbZ7G88TqhLlRdk2liWu1s8ntot6IZJkfHfbY/s200/466.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgR3LjTwsNX68G2MVrUBYY8Rc6bEQjg3vbrMA5TiVCdAKgYsJxTd1mn8GxJ7mFAoTjP61ivIhK8Hp99ffzMn9wUzB2Bs8qJH_0WxDP0oFl1cniUvMKj4sM6rl3MySjg2M8zs9NCXi5dKcM/s1600-h/473.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgR3LjTwsNX68G2MVrUBYY8Rc6bEQjg3vbrMA5TiVCdAKgYsJxTd1mn8GxJ7mFAoTjP61ivIhK8Hp99ffzMn9wUzB2Bs8qJH_0WxDP0oFl1cniUvMKj4sM6rl3MySjg2M8zs9NCXi5dKcM/s200/473.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_UGjShxAsU5VnFQo-UhFe_iHc4uibFQ5pKU4qAxgYmg2S86_ExSDDmykuJ6EaBgEHK-wKm_0xf92dlXMdtwaudWgdXM3oFvrcG_djQEAPc_ANQsnxUGLHk813AgRTLxwTZl0aTzwTOqo/s1600-h/474.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_UGjShxAsU5VnFQo-UhFe_iHc4uibFQ5pKU4qAxgYmg2S86_ExSDDmykuJ6EaBgEHK-wKm_0xf92dlXMdtwaudWgdXM3oFvrcG_djQEAPc_ANQsnxUGLHk813AgRTLxwTZl0aTzwTOqo/s200/474.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPK8lqSy3hNwNviBUkqtDepB3riNAy7eFlxWwkmFTMFInI9oXW7_-iyMqfpCJ0BS1H2N2a2VWh2E0H7sGXcVhFqIcnQ0mkXIgiWv65hpzS-qKWFatZCDyvHLAO0oBiy_CVIFJhmHRBhW4/s1600-h/486.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPK8lqSy3hNwNviBUkqtDepB3riNAy7eFlxWwkmFTMFInI9oXW7_-iyMqfpCJ0BS1H2N2a2VWh2E0H7sGXcVhFqIcnQ0mkXIgiWv65hpzS-qKWFatZCDyvHLAO0oBiy_CVIFJhmHRBhW4/s200/486.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjT5rx6ecTpyxqKbkeXbtQLI7qWySijepUMrRbGoq8J2aA6lUTZo4_2PRz7JoNbVXZntJ21OKLrQNQhzAUhIKlsLKKge-VIsD6LUEhRMPIEhDneBBcff08ngo2RE2xjA4JO0vgBW1InKVY/s1600-h/505.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjT5rx6ecTpyxqKbkeXbtQLI7qWySijepUMrRbGoq8J2aA6lUTZo4_2PRz7JoNbVXZntJ21OKLrQNQhzAUhIKlsLKKge-VIsD6LUEhRMPIEhDneBBcff08ngo2RE2xjA4JO0vgBW1InKVY/s200/505.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf7LJwciRJjS6tePphPbse3b5fDGsgv4DqOn_q_UjI1izEy69V5sf8LWQgfJaswGGF1GejyzLDJXGe0gsavZIwlJS0QFpti6Xn-Ti6FJDhhaP0ExoswM7U4KUQzSu1y7AQqg0SNu1S02c/s1600-h/506.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf7LJwciRJjS6tePphPbse3b5fDGsgv4DqOn_q_UjI1izEy69V5sf8LWQgfJaswGGF1GejyzLDJXGe0gsavZIwlJS0QFpti6Xn-Ti6FJDhhaP0ExoswM7U4KUQzSu1y7AQqg0SNu1S02c/s200/506.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVrYAqM0vS8Jdbfq9rOq20eV5ApmG5WyHw0FsWsPNaKFg1mUI_rAmkVbPfiYheuXvdEBvlEtGxPkndbp0b7ui1omroNZNZQ5lt0kQdvOBa6Gb5XZhOOqcrXhHfCqvwLx1wLZW_2JajWiY/s1600-h/532.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVrYAqM0vS8Jdbfq9rOq20eV5ApmG5WyHw0FsWsPNaKFg1mUI_rAmkVbPfiYheuXvdEBvlEtGxPkndbp0b7ui1omroNZNZQ5lt0kQdvOBa6Gb5XZhOOqcrXhHfCqvwLx1wLZW_2JajWiY/s200/532.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTcxHKvM5TFnUYwScs8PibWedcvBUdBzpB77G3wz5KZXFxAB0vn_PfZr_VKO09HtQzKPv8UTjAz4I3-D0pUCTkRITuVMjippqD1KtOCM_j235iZQ0RSKiMfWSOPP-hhSDHSGHVjSYvpCo/s1600-h/533.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTcxHKvM5TFnUYwScs8PibWedcvBUdBzpB77G3wz5KZXFxAB0vn_PfZr_VKO09HtQzKPv8UTjAz4I3-D0pUCTkRITuVMjippqD1KtOCM_j235iZQ0RSKiMfWSOPP-hhSDHSGHVjSYvpCo/s200/533.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7VC1z-n50-TGAml15_FHQSnoX1U7T4toC8KR6TcbRj8hZOYASdicaANy8QQtI8E2KxRPx0ePaedE87-_gTzIOuhIX-jw3Zixd1EV-iae5ntVEY3-RdfSawm2q7rlOP6JAtkmueIJhnew/s1600-h/17111.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7VC1z-n50-TGAml15_FHQSnoX1U7T4toC8KR6TcbRj8hZOYASdicaANy8QQtI8E2KxRPx0ePaedE87-_gTzIOuhIX-jw3Zixd1EV-iae5ntVEY3-RdfSawm2q7rlOP6JAtkmueIJhnew/s200/17111.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYaq3Jzpc6cOM-l8VJLRE0xvD7ud7ewNE3XnKYzWJSH3mNR23y03P7QEHi27Da_KVOPAFzWzRKia2MIpYo-Qh7Tb9I7t7JtFOepPfx9MCBiXrkxcRHl3cEFRSsXqtH9fbexBEELK6w_g0/s1600-h/30633.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYaq3Jzpc6cOM-l8VJLRE0xvD7ud7ewNE3XnKYzWJSH3mNR23y03P7QEHi27Da_KVOPAFzWzRKia2MIpYo-Qh7Tb9I7t7JtFOepPfx9MCBiXrkxcRHl3cEFRSsXqtH9fbexBEELK6w_g0/s200/30633.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyNhpnM7NyVolQCs23kE4De_C5hxuKjJj8T5Cm0C7bfawOfsv9BhBR6N750vJbFQYqhgyjFS9qL-NeLRa9PSyxuhcDYlL9gl45wpDBVGEaUsf1PtGYryJJco_cToISVExriwd8YCu68Gc/s1600-h/a33.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyNhpnM7NyVolQCs23kE4De_C5hxuKjJj8T5Cm0C7bfawOfsv9BhBR6N750vJbFQYqhgyjFS9qL-NeLRa9PSyxuhcDYlL9gl45wpDBVGEaUsf1PtGYryJJco_cToISVExriwd8YCu68Gc/s200/a33.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5lnU7-I_jkLE-3weWLC_px2rdIBgDGxDs2rZ4gFZ5Dr3KWKGfy7BbZggkE25KPrXPBSdqxt2LMVUKiaVptvuVc55KpUk7NQHXDSf2ylRDfSyzAX2NhxmORbLud_IcxZ35q7zptt8drQM/s1600-h/a45.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5lnU7-I_jkLE-3weWLC_px2rdIBgDGxDs2rZ4gFZ5Dr3KWKGfy7BbZggkE25KPrXPBSdqxt2LMVUKiaVptvuVc55KpUk7NQHXDSf2ylRDfSyzAX2NhxmORbLud_IcxZ35q7zptt8drQM/s200/a45.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWOeNPNBoucFIly9dhaYiPgeEkeon0MAuECSLcizRd5CH68pGHoQdNY0nxg7pzSZGsQw3acega6j-P_R3rBvjTTHLopvPc0em0B7NEG6Z_pJWSpDiD0yQqcX1vmjGKGjBoiAW8i8cq3bs/s1600-h/a65.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWOeNPNBoucFIly9dhaYiPgeEkeon0MAuECSLcizRd5CH68pGHoQdNY0nxg7pzSZGsQw3acega6j-P_R3rBvjTTHLopvPc0em0B7NEG6Z_pJWSpDiD0yQqcX1vmjGKGjBoiAW8i8cq3bs/s200/a65.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtqaQU7m52YoRmE6c4qRy_RPtIpnr6ULOFc1OTeAO08iF1icD3sbuuxax_1mRvToAmzFJTABcjxuCX_qjbjR7j6tAvAXdvsT39GI1pLQZFIxakk4eYK2DeB8-wXzNnYR51agBC_qsBnNM/s1600-h/a97.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtqaQU7m52YoRmE6c4qRy_RPtIpnr6ULOFc1OTeAO08iF1icD3sbuuxax_1mRvToAmzFJTABcjxuCX_qjbjR7j6tAvAXdvsT39GI1pLQZFIxakk4eYK2DeB8-wXzNnYR51agBC_qsBnNM/s200/a97.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifR0_7L1JrIiCWQeT1zSGKuHK7OW2eDDD1RhsMguI_rvT693Lz8ZJatWaPkD0A5tNAwds2YxEaQCRFbvp2XzzGYvJfN09UlLTejWoQUroMuS2jtU8Tf46Eyu4Z4ILuktcPpx2ih73vHDs/s1600-h/a103.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifR0_7L1JrIiCWQeT1zSGKuHK7OW2eDDD1RhsMguI_rvT693Lz8ZJatWaPkD0A5tNAwds2YxEaQCRFbvp2XzzGYvJfN09UlLTejWoQUroMuS2jtU8Tf46Eyu4Z4ILuktcPpx2ih73vHDs/s200/a103.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb0TtfLTxvlzDXwRvERUxhxed3JEVM2IakuNlEuvweegQwYq2fUptdOFFL2MOGw-N7e0W-H2FVBrrkGC0TWlvb3xInSIInExA6WEeUaSiFrTW2GlG9lBHmn72cPkTveaQI1DslHu27yCI/s1600-h/ata037_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb0TtfLTxvlzDXwRvERUxhxed3JEVM2IakuNlEuvweegQwYq2fUptdOFFL2MOGw-N7e0W-H2FVBrrkGC0TWlvb3xInSIInExA6WEeUaSiFrTW2GlG9lBHmn72cPkTveaQI1DslHu27yCI/s200/ata037_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisGaWyQBz6kDB2HzRaQvXfCramwnHUmQx1qYj0P0lWjbYVlNc0BuAp7ipdt3DTBTD0wNtiOaBtS3VZn3rHnjga91ETwujmirP40U40SlEJgcBvF33JWDzgdUCa_1hJ2Ue2rbD62VW8Uzw/s1600-h/6a06b.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisGaWyQBz6kDB2HzRaQvXfCramwnHUmQx1qYj0P0lWjbYVlNc0BuAp7ipdt3DTBTD0wNtiOaBtS3VZn3rHnjga91ETwujmirP40U40SlEJgcBvF33JWDzgdUCa_1hJ2Ue2rbD62VW8Uzw/s200/6a06b.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeBmCDrzNyketjwCQUTG8KzrfGwHXYPI3LNNtmtsKOOdFzMFU1TPlHHEiFYWylKHHG2t-slgaRGFqyPifpmfByluRZN0bb0kW7s5MCjl_xpDjYZB45AP1YlR5Q4e2Ir-B4yXs0sVFI1Fo/s1600-h/26.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeBmCDrzNyketjwCQUTG8KzrfGwHXYPI3LNNtmtsKOOdFzMFU1TPlHHEiFYWylKHHG2t-slgaRGFqyPifpmfByluRZN0bb0kW7s5MCjl_xpDjYZB45AP1YlR5Q4e2Ir-B4yXs0sVFI1Fo/s200/26.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEQuRoO-h3cDHyIeWmC98uePvnnRggkv2alRMWNhGKW9dM8DPLwen38FXwEHNEZqmNwUwRO5JzcE39z37ottb1dDLHB8YKdhVqwN0kRRvnUrexfh4mNlBQ2PFCRolxX6HMLIF5gHvTxMI/s1600-h/429.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEQuRoO-h3cDHyIeWmC98uePvnnRggkv2alRMWNhGKW9dM8DPLwen38FXwEHNEZqmNwUwRO5JzcE39z37ottb1dDLHB8YKdhVqwN0kRRvnUrexfh4mNlBQ2PFCRolxX6HMLIF5gHvTxMI/s200/429.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7LpzY2OiNzLq71cXtpYnkBXDfM_QVW_mhIh7xxBY6ieDgCqEqFEfrvn4Pu9ZGnkYxcZI-URjL3RsPt9rPxEk_XWaCRq1YAMB5KSBYoxSYo-ovgvvoloGCnnNvqNy3L8Arxqfje2o2OLc/s1600-h/268529242_9a6870f281.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7LpzY2OiNzLq71cXtpYnkBXDfM_QVW_mhIh7xxBY6ieDgCqEqFEfrvn4Pu9ZGnkYxcZI-URjL3RsPt9rPxEk_XWaCRq1YAMB5KSBYoxSYo-ovgvvoloGCnnNvqNy3L8Arxqfje2o2OLc/s200/268529242_9a6870f281.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMRa6YD1D2JV1Gzhn8NYdDGeycQRAMGpsZi5wW5suY66zR0Haw8sslZ6usFNclCBFt4ymvm0qaAX8fntoK1AnhNRo_kgq3AgLKH3pIVtXZSnkZXbZz7IOD8yExYKFVH-WGu2l900y6wVY/s1600-h/388278456_668c2baa0c.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMRa6YD1D2JV1Gzhn8NYdDGeycQRAMGpsZi5wW5suY66zR0Haw8sslZ6usFNclCBFt4ymvm0qaAX8fntoK1AnhNRo_kgq3AgLKH3pIVtXZSnkZXbZz7IOD8yExYKFVH-WGu2l900y6wVY/s200/388278456_668c2baa0c.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSy31ChQjjc0cx34MbemiLZDp7NvyysYkdlvFS39A3zIRmApCZPw1dQ4ZRj5HN-vt7hM1MIJKIpqF5gO-WypGjishGAmpoopTQ4n2jI7lAFPu0J0wCslUfF4m9z9jit4oWApSK3hC4-P8/s1600-h/453942379_c5b85d2a5a.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSy31ChQjjc0cx34MbemiLZDp7NvyysYkdlvFS39A3zIRmApCZPw1dQ4ZRj5HN-vt7hM1MIJKIpqF5gO-WypGjishGAmpoopTQ4n2jI7lAFPu0J0wCslUfF4m9z9jit4oWApSK3hC4-P8/s200/453942379_c5b85d2a5a.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg36P4uCCvhSqvr27vG8ORLZbsfdGCgHpT0x8IeMGqWKfnAeCNTrXSPxWfyM4qjAzNv0bywLrU8NcVy6ETrnIAtM4gXUqpt9o7YwMPFMg9ebTyChhkdwoRJ5Iy9bi4avDkKI_XTB-E5P7s/s1600-h/485050253_37bd84d5e4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg36P4uCCvhSqvr27vG8ORLZbsfdGCgHpT0x8IeMGqWKfnAeCNTrXSPxWfyM4qjAzNv0bywLrU8NcVy6ETrnIAtM4gXUqpt9o7YwMPFMg9ebTyChhkdwoRJ5Iy9bi4avDkKI_XTB-E5P7s/s200/485050253_37bd84d5e4.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHvJpb9RDJevoqQ7MJydYevE4e5VuOZRZI2yBVVvKKwy5QIfZ9RhTyqrEVr6NyeXXFvsmn9gRtuofXC8mNOfSYWkWwSrGQKjWZBqBLBozsdofv-0zJzf1q7AXhc_c7C2t56DdKnvWPMs0/s1600-h/a49.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHvJpb9RDJevoqQ7MJydYevE4e5VuOZRZI2yBVVvKKwy5QIfZ9RhTyqrEVr6NyeXXFvsmn9gRtuofXC8mNOfSYWkWwSrGQKjWZBqBLBozsdofv-0zJzf1q7AXhc_c7C2t56DdKnvWPMs0/s200/a49.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjVeSAS9hnl3_AZMuX0KrNjaJGVkDYJ4hK08_K8lNLXmv9HGKBKzUBDi9rDN5TOIasPGr8KIk4oaWI1-UXhVqNqDciGYIbsOYQ6rjb3JG5dSGaRGrf5OHIkai4mznZ3GCPUlondmKGGIM/s1600-h/ata_10_kasimfeat.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjVeSAS9hnl3_AZMuX0KrNjaJGVkDYJ4hK08_K8lNLXmv9HGKBKzUBDi9rDN5TOIasPGr8KIk4oaWI1-UXhVqNqDciGYIbsOYQ6rjb3JG5dSGaRGrf5OHIkai4mznZ3GCPUlondmKGGIM/s200/ata_10_kasimfeat.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifdX8N6KyUqFKhMQIqJabSnn-zffWfQtfUttJpANJasLCpTb0mEcnp9O3DulnOTbhseIicEe99ovhXoM-cPyu0bsBHVPQoHj-KxXnr7jNySNZtLyPVQS4JoSgmDhxnfF_55GKX1PYF3gg/s1600-h/ataman1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifdX8N6KyUqFKhMQIqJabSnn-zffWfQtfUttJpANJasLCpTb0mEcnp9O3DulnOTbhseIicEe99ovhXoM-cPyu0bsBHVPQoHj-KxXnr7jNySNZtLyPVQS4JoSgmDhxnfF_55GKX1PYF3gg/s200/ataman1.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyGKmwFzhCSjRS0N0zV-epjdyHSRNmWENrr4XeraBC688dBKqWuZ4YUe-_1u78kd3m2gtp4HhG9jUllTQ_EUuyKF28FLwEpSvzAc00ApvCjBNv741ur_6tq4sQVOoqs-mnjKizs_NTmhk/s1600-h/atarenkli35wh.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyGKmwFzhCSjRS0N0zV-epjdyHSRNmWENrr4XeraBC688dBKqWuZ4YUe-_1u78kd3m2gtp4HhG9jUllTQ_EUuyKF28FLwEpSvzAc00ApvCjBNv741ur_6tq4sQVOoqs-mnjKizs_NTmhk/s200/atarenkli35wh.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqKZzfmpzEsgRHXei6Zh7jJOxbT1IEn-n4aSGURL3igzYOwnjTyiZhgecKw9q6KCY-nE4dSAgL6NowdyYeIpV7Mmub7QFjmhgHPa2I3saoMmCBKioHZDrjIc4W2FqpfdR0DVhlNsTj0ZQ/s1600-h/atarenkli42lq.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqKZzfmpzEsgRHXei6Zh7jJOxbT1IEn-n4aSGURL3igzYOwnjTyiZhgecKw9q6KCY-nE4dSAgL6NowdyYeIpV7Mmub7QFjmhgHPa2I3saoMmCBKioHZDrjIc4W2FqpfdR0DVhlNsTj0ZQ/s200/atarenkli42lq.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_HAC7xWMAJP3pqNHHSzlpdpnGmiMj9yZzb2pckOo4B_AJZG37Bg3DeCbytnaUS7DSiSFkbSL2rHad6UY8VstXaom5ORzbgqv2s_AdKAJsEpNec9LCtdk0zq-oKpVWjo-wqnnuF1fW2yM/s1600-h/ataturk.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_HAC7xWMAJP3pqNHHSzlpdpnGmiMj9yZzb2pckOo4B_AJZG37Bg3DeCbytnaUS7DSiSFkbSL2rHad6UY8VstXaom5ORzbgqv2s_AdKAJsEpNec9LCtdk0zq-oKpVWjo-wqnnuF1fW2yM/s200/ataturk.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwH5miOkPN3oim6-JLkOncvFK_XYSbGVxLhlo09APUBaHTHf5pWugmlq0YHkFugzlbC10-XrX5oKq1NDggBNjGBJh6q2gu8vcfMepr_-GsHlLG_ovg7pHTzggqkg4r8nQys6_xmixyjfo/s1600-h/ataturk_02.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwH5miOkPN3oim6-JLkOncvFK_XYSbGVxLhlo09APUBaHTHf5pWugmlq0YHkFugzlbC10-XrX5oKq1NDggBNjGBJh6q2gu8vcfMepr_-GsHlLG_ovg7pHTzggqkg4r8nQys6_xmixyjfo/s200/ataturk_02.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJoFXhetxrWi_3UJXm5jtugwSWWFtlPFeaua9FyPsX0tzrVYFmpijOblSNYgHoBYQejw4wAuoaVQL0YnZkrFclFkQ-GqPm25ZlD7kt1TMyvYucFfEUjEeGOd7hOfdLvU6pE8mq37du5do/s1600-h/untitled1.bmp" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJoFXhetxrWi_3UJXm5jtugwSWWFtlPFeaua9FyPsX0tzrVYFmpijOblSNYgHoBYQejw4wAuoaVQL0YnZkrFclFkQ-GqPm25ZlD7kt1TMyvYucFfEUjEeGOd7hOfdLvU6pE8mq37du5do/s200/untitled1.bmp" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhylg3PJ71mb89dhnd7A6Z3VXvjE9xxk0sFZ31NqZW-StF6GMH690S094IBWIhlmbf9yL5_ibs7umIXwdWF96JW0dDAH5Zr4Q1WobYDX_VOKI2kWEliZynJHFcsH39d2q018EcND1fQRQU/s1600-h/untitled558.bmp" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhylg3PJ71mb89dhnd7A6Z3VXvjE9xxk0sFZ31NqZW-StF6GMH690S094IBWIhlmbf9yL5_ibs7umIXwdWF96JW0dDAH5Zr4Q1WobYDX_VOKI2kWEliZynJHFcsH39d2q018EcND1fQRQU/s200/untitled558.bmp" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgT0VAvALdBjBuZgu0bgMZCqFLJZc7FUKlicGmoSVwyIb1-_KJdYBqHtNEBcoQHHVHVKNfsjrtOFt6XqSKHimvbYANO7_QfaIovY8aMdvwC5dwaD4nt6WIS1GwHfOfOxSFZfiSsx6ytfmM/s1600-h/untitled88888.bmp" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgT0VAvALdBjBuZgu0bgMZCqFLJZc7FUKlicGmoSVwyIb1-_KJdYBqHtNEBcoQHHVHVKNfsjrtOFt6XqSKHimvbYANO7_QfaIovY8aMdvwC5dwaD4nt6WIS1GwHfOfOxSFZfiSsx6ytfmM/s200/untitled88888.bmp" /></a><br />
</div><span id="goog_1261653659194"></span><span id="goog_1261653659195"></span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-27390862473379483662009-12-24T10:27:00.002+02:002009-12-24T13:23:23.784+02:00DİNLERDİ, ANLARDI, O BİZDEN BİRİYDİ...<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEbPpVia7xeWcurlwLhUulZNx6ZzfFr3mPi6KgpC05c0ANgSyTwbXUc4poX9GY5ykPJsbdFQsuSpgLm1kS6WeqYvTH2VrMiMl9CmHE-tz4j1yxWWEvAGcnDX_I-t-b6lE9D57fvv_m7Gg/s1600-h/480.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEbPpVia7xeWcurlwLhUulZNx6ZzfFr3mPi6KgpC05c0ANgSyTwbXUc4poX9GY5ykPJsbdFQsuSpgLm1kS6WeqYvTH2VrMiMl9CmHE-tz4j1yxWWEvAGcnDX_I-t-b6lE9D57fvv_m7Gg/s200/480.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRyUzHP-s5nXDWI2OyTDOSm1XyztbkpKevwOZZISlLvlvdxQKA7J481C5Ulvnnq2u17a_mtMIYl6E6pnJAByOE14ZZjSxQ0rs_32wMQMhtoSUMO-5YxUwRMkUpnNDde5S1X04cxsIuD2k/s1600-h/476.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRyUzHP-s5nXDWI2OyTDOSm1XyztbkpKevwOZZISlLvlvdxQKA7J481C5Ulvnnq2u17a_mtMIYl6E6pnJAByOE14ZZjSxQ0rs_32wMQMhtoSUMO-5YxUwRMkUpnNDde5S1X04cxsIuD2k/s200/476.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1ACcgne0Txm_sYePW-GpJX0vm4gnLIlW_6ooBwWLgxHsNcE7PiYaH8qHNSutu89QGySBr7jmMiAvuII42tRw5SMyAWezpA-iHGUCdXlasHDkI_c4EOxpDt09uken3aMAIBhhahf8vEXo/s1600-h/488.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1ACcgne0Txm_sYePW-GpJX0vm4gnLIlW_6ooBwWLgxHsNcE7PiYaH8qHNSutu89QGySBr7jmMiAvuII42tRw5SMyAWezpA-iHGUCdXlasHDkI_c4EOxpDt09uken3aMAIBhhahf8vEXo/s200/488.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsTN7AKEhosdQqDkIC7PBLLCBzT6qNmIG-V5wrBEfwlMJfZQbummG8fTrA39YtdqHiX2kjNyqR4Sd_06rFbFnekT3fQbo9QMygiFOtjA93h5tWC9BOl3cMeDCfgvbrTLEx8Asu9kxcT2k/s1600-h/499.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsTN7AKEhosdQqDkIC7PBLLCBzT6qNmIG-V5wrBEfwlMJfZQbummG8fTrA39YtdqHiX2kjNyqR4Sd_06rFbFnekT3fQbo9QMygiFOtjA93h5tWC9BOl3cMeDCfgvbrTLEx8Asu9kxcT2k/s200/499.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwBOs07xBNnSfeqAd4izPCgOqGnyT2NMhraw5g7oC5ccLJ6m6Yy8E7lqEyYMJlkACWVynXENe9p-1KYizmqKVpmnvK1AfzO6PHyqGzv3EE0agVvdYU1DROsd-lhpuj0ueA9wXKRh-NjD4/s1600-h/503.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwBOs07xBNnSfeqAd4izPCgOqGnyT2NMhraw5g7oC5ccLJ6m6Yy8E7lqEyYMJlkACWVynXENe9p-1KYizmqKVpmnvK1AfzO6PHyqGzv3EE0agVvdYU1DROsd-lhpuj0ueA9wXKRh-NjD4/s200/503.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVp3adTpNWwSqVVCPPgDI1YbM_KAqcBQpj6UHSGVTyH3bGVJQd4WWVBcBS2tJIYo1cbGKRNj2meKfZDndZgGeUrQyxtxsjYpKUx8LfQG5WjLGEusGC6ie1MbdJNSoKHfe8UkD8XKnWEQ0/s1600-h/504.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVp3adTpNWwSqVVCPPgDI1YbM_KAqcBQpj6UHSGVTyH3bGVJQd4WWVBcBS2tJIYo1cbGKRNj2meKfZDndZgGeUrQyxtxsjYpKUx8LfQG5WjLGEusGC6ie1MbdJNSoKHfe8UkD8XKnWEQ0/s200/504.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-aFad4x1WqtD8M97F4qPyl7vBhoPAuanNerobJ6ywScBX3l-8YffHwd00-QzT4mTDFE-sI9dNnFDdXL6fwdKU9Ozw1HGkgRzvfGgrpuuILmQz1r8senBRh8Rhqv4BsRg-gNz55ug2WUs/s1600-h/522.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-aFad4x1WqtD8M97F4qPyl7vBhoPAuanNerobJ6ywScBX3l-8YffHwd00-QzT4mTDFE-sI9dNnFDdXL6fwdKU9Ozw1HGkgRzvfGgrpuuILmQz1r8senBRh8Rhqv4BsRg-gNz55ug2WUs/s200/522.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIRqRZKp7VAJf8MMDI7mU12PZk_xMMihF1lovRCX1ykQb9UvTGeIBfp9MuvcOmysOlYk3A8kzE2xHdalUPRJiw5BXpRJwSQ29ijYGEMUD4iR_kdi3TetntsQ03jqkWTGyyAzisz4HzH2s/s1600-h/a59.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIRqRZKp7VAJf8MMDI7mU12PZk_xMMihF1lovRCX1ykQb9UvTGeIBfp9MuvcOmysOlYk3A8kzE2xHdalUPRJiw5BXpRJwSQ29ijYGEMUD4iR_kdi3TetntsQ03jqkWTGyyAzisz4HzH2s/s200/a59.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj27ojuKjRE9i_DjrZOn6zuX3kqvmwjU2yBN621CcYau7R5Hi_pyL86sQYBAlffBS1JTZSejMQoasE5MFeyu1A9O2YRsb2E_mMP6Z_p-ZuGxIawRmRw32dMkQDjoDzjoy-0XRVBaVPX-gQ/s1600-h/ata16.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj27ojuKjRE9i_DjrZOn6zuX3kqvmwjU2yBN621CcYau7R5Hi_pyL86sQYBAlffBS1JTZSejMQoasE5MFeyu1A9O2YRsb2E_mMP6Z_p-ZuGxIawRmRw32dMkQDjoDzjoy-0XRVBaVPX-gQ/s200/ata16.gif" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQIVsbyHyADyaU_45vIFAW5AQXM2EfD_JkknlNRYnehKPh2yG9a9zJRGh29GihQEIEwqnmj31710zY3nwJr0IJxPM_3cMMZU7XpGnEvyf0dYLyR28qMqMnLCJvXrWT6tWoOCxXoFa2wwY/s1600-h/ata17.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQIVsbyHyADyaU_45vIFAW5AQXM2EfD_JkknlNRYnehKPh2yG9a9zJRGh29GihQEIEwqnmj31710zY3nwJr0IJxPM_3cMMZU7XpGnEvyf0dYLyR28qMqMnLCJvXrWT6tWoOCxXoFa2wwY/s200/ata17.gif" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiysxrkTYFD48NGdUZX1uzgrPu3fGkLQKsTL77iN0bRua64lL4a-EtnAZbfmNXg0k1wEel9dYxVnWE0knh6sf-opIrprvvIC-Q3RHs97GVRieDUxaCRiVAxNRvVYnQ6m4NPEYlJExFyjIM/s1600-h/ata144_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiysxrkTYFD48NGdUZX1uzgrPu3fGkLQKsTL77iN0bRua64lL4a-EtnAZbfmNXg0k1wEel9dYxVnWE0knh6sf-opIrprvvIC-Q3RHs97GVRieDUxaCRiVAxNRvVYnQ6m4NPEYlJExFyjIM/s200/ata144_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6RmTitfDzcx6Pbg3YJL6J2moC2begzaN3sia5xczzyoOYQR8-6nIsZ3RYQGkSD42-lkA6D_V3rfYaftYJUVpKU_qHxubmh3TxQJZNw3FIK4Ok5cvSJ2ZnW4gFrXO1NyVqgUyZ9VrgKm0/s1600-h/ata200_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6RmTitfDzcx6Pbg3YJL6J2moC2begzaN3sia5xczzyoOYQR8-6nIsZ3RYQGkSD42-lkA6D_V3rfYaftYJUVpKU_qHxubmh3TxQJZNw3FIK4Ok5cvSJ2ZnW4gFrXO1NyVqgUyZ9VrgKm0/s200/ata200_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhF6umcWc8DdBo7xnhOww-qFtuFV6GIUtZp-hYRGadpR1G2mCJh-ZeB2EpnzXCRorvzbNWQr_VjnJ0CoxWlWlSlJMsby6iLxFALsyjgk2gLtOSu4qT1UC1H-VA73-WOHlrY2PnMqo9EKIE/s1600-h/Atam_195_jpg_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhF6umcWc8DdBo7xnhOww-qFtuFV6GIUtZp-hYRGadpR1G2mCJh-ZeB2EpnzXCRorvzbNWQr_VjnJ0CoxWlWlSlJMsby6iLxFALsyjgk2gLtOSu4qT1UC1H-VA73-WOHlrY2PnMqo9EKIE/s200/Atam_195_jpg_jpg.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOvDfG6peX-EaX81kZjm9kYcafcbFQO6UBTg3LIrtrLAf86m861Kx1j4xlVXCHHxxC9uqHylTdG2uwF6B3iZuQZcKIOIRJeAHZ43d3OeJMgpj8H9YlNEUtksYZIwwncNPeWWBr9e50D4I/s1600-h/192.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOvDfG6peX-EaX81kZjm9kYcafcbFQO6UBTg3LIrtrLAf86m861Kx1j4xlVXCHHxxC9uqHylTdG2uwF6B3iZuQZcKIOIRJeAHZ43d3OeJMgpj8H9YlNEUtksYZIwwncNPeWWBr9e50D4I/s200/192.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqtMzLXHy2Gio3E95RIYj9RgNbf_L_pizf0z1dWrrcdEmImhE8iM3FX6ufvEqAAKn2WCYU34M13r49Mymf3eEhsewiSRcmBcDZ96RJnB-LtH6UazmzIeERks-D6mRiFvO2lqtWCojGIP8/s1600-h/201.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqtMzLXHy2Gio3E95RIYj9RgNbf_L_pizf0z1dWrrcdEmImhE8iM3FX6ufvEqAAKn2WCYU34M13r49Mymf3eEhsewiSRcmBcDZ96RJnB-LtH6UazmzIeERks-D6mRiFvO2lqtWCojGIP8/s200/201.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6Wc4qx3wKqJPw5ujCPv11ONGgp-4qYahCbo5d1ROtBt0KlwKdV19PkS0mjsox9Wiyqw0xE8bLghGFoGm59Shyphenhyphenk9dbGSMafeMRT7wqv-uCiM87ilW0ofUtfLy2x9nX7Cy5fJB49P5LrrU/s1600-h/203.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6Wc4qx3wKqJPw5ujCPv11ONGgp-4qYahCbo5d1ROtBt0KlwKdV19PkS0mjsox9Wiyqw0xE8bLghGFoGm59Shyphenhyphenk9dbGSMafeMRT7wqv-uCiM87ilW0ofUtfLy2x9nX7Cy5fJB49P5LrrU/s200/203.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipgJg_BKqFsc_DWtZI3l3NMcTZAjWMA_sAtZD_BnSB_CyWhga2HfMnfz6_GliZWk_jxXJ92T3jzf2XS9w5Q7Wn6QEgD7mX0qlFJNhzQ_m5u8Z4PEoo15XoVPIbO4rRmKKmG8XnVztW6wE/s1600-h/389.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipgJg_BKqFsc_DWtZI3l3NMcTZAjWMA_sAtZD_BnSB_CyWhga2HfMnfz6_GliZWk_jxXJ92T3jzf2XS9w5Q7Wn6QEgD7mX0qlFJNhzQ_m5u8Z4PEoo15XoVPIbO4rRmKKmG8XnVztW6wE/s200/389.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDqGP8Gk8Zwoh-TOi7mMq2GCn2sLA_QBjB1wG6S-wVGYnRAXF6apBoeNhCns5X05HV-bFgLlB3CvvZH9fAOqZTvBJi5LKgOicf3MUqz2BG5tqDRFi8A7ZfIgiBstwrkM7JEbsKFgVOnfM/s1600-h/393.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDqGP8Gk8Zwoh-TOi7mMq2GCn2sLA_QBjB1wG6S-wVGYnRAXF6apBoeNhCns5X05HV-bFgLlB3CvvZH9fAOqZTvBJi5LKgOicf3MUqz2BG5tqDRFi8A7ZfIgiBstwrkM7JEbsKFgVOnfM/s200/393.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI_LNsDZBlYk0wtm5PBUSzdtxFY3nJ8A_HJGKh60grGpJ9sFJDH-zKaaQi-s8ybSan4zld5_DFcmkDeF03KsvZYkenkTwTMU03qHt0u6hXedNwmrX3Rw_LIpPz1PKxeRcs8IEp-xrGtug/s1600-h/409.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI_LNsDZBlYk0wtm5PBUSzdtxFY3nJ8A_HJGKh60grGpJ9sFJDH-zKaaQi-s8ybSan4zld5_DFcmkDeF03KsvZYkenkTwTMU03qHt0u6hXedNwmrX3Rw_LIpPz1PKxeRcs8IEp-xrGtug/s200/409.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8Jza70IrOc5wA_kS_AR4eH0QdCf6bKWFgasEn5tFJ-Di71VyEGctGx_jRDaLJHVh-bQUWcdxzO_gcWFPNpsYKd_RcXHQTA6DLeZe_eZoR8hMzUYhveeMwXzHhYDwuASQDNI8e7vnCQPI/s1600-h/432.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8Jza70IrOc5wA_kS_AR4eH0QdCf6bKWFgasEn5tFJ-Di71VyEGctGx_jRDaLJHVh-bQUWcdxzO_gcWFPNpsYKd_RcXHQTA6DLeZe_eZoR8hMzUYhveeMwXzHhYDwuASQDNI8e7vnCQPI/s200/432.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEip3950CXsWSS48A7L1BP3pzf8-6U-mfX9L0nRWAdFpheHMu5w6eI0wd0EVO23S70dn5h4hjuu2K5yIIKqdSmmSxxqQdnodWD53-lyP9ItpTNO9U4O1a3N7j8MWiTbqtLUvDTxahrd7UZk/s1600-h/434.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEip3950CXsWSS48A7L1BP3pzf8-6U-mfX9L0nRWAdFpheHMu5w6eI0wd0EVO23S70dn5h4hjuu2K5yIIKqdSmmSxxqQdnodWD53-lyP9ItpTNO9U4O1a3N7j8MWiTbqtLUvDTxahrd7UZk/s200/434.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisPW1uuIPqTmjZTQhyphenhyphenqWBHvpN5_ZTneHzg-10YAy_fOfSugwEVCor4FadV4I0fTHE8uy3RQvM1WNZjleKYKMh2OmR_1ZCrp14p9i3OoWBF2boyfU9PN_2QXM7KXOQzbqUqOKCaj4527Kc/s1600-h/446.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisPW1uuIPqTmjZTQhyphenhyphenqWBHvpN5_ZTneHzg-10YAy_fOfSugwEVCor4FadV4I0fTHE8uy3RQvM1WNZjleKYKMh2OmR_1ZCrp14p9i3OoWBF2boyfU9PN_2QXM7KXOQzbqUqOKCaj4527Kc/s200/446.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhw9kBqjjduEAywLavkj9WFCCbUT-m77lMzIRt3HVfRn8HatQ_iDcnSZy48xvVa2PuVFZMyKvMrFFv19tynuSu1uiBPuqHpCu5-OaIzwR1py79LixtNtNavYbkbXByMc8acmyQhL3Xwxfc/s1600-h/454.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhw9kBqjjduEAywLavkj9WFCCbUT-m77lMzIRt3HVfRn8HatQ_iDcnSZy48xvVa2PuVFZMyKvMrFFv19tynuSu1uiBPuqHpCu5-OaIzwR1py79LixtNtNavYbkbXByMc8acmyQhL3Xwxfc/s200/454.jpg" /></a><br />
</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-19925259552514557102009-12-23T20:20:00.004+02:002009-12-24T10:20:08.211+02:00DEVLET BÖYLE KURULUR<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5PFoglWUGrHBrvKqtwKq6m8dFCqCg9okR99SqxVIj_5xYWr6Eto9feGj-EwsTEhqeJpTJESG_LDB6ucLFHF5MOsdTQaqqH8eNTr3sak5GHhu6TBKg9xWmfYT2xsM-MP9w0_JWi0wocHQ/s1600-h/211.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5PFoglWUGrHBrvKqtwKq6m8dFCqCg9okR99SqxVIj_5xYWr6Eto9feGj-EwsTEhqeJpTJESG_LDB6ucLFHF5MOsdTQaqqH8eNTr3sak5GHhu6TBKg9xWmfYT2xsM-MP9w0_JWi0wocHQ/s320/211.jpg" /></a><br />
</div>Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus'tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN'dir. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Bakanın gür sesi:<br />
<br />
"Giriniz!" Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. <br />
<br />
Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu:<br />
<br />
"Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı..."<br />
<br />
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:<br />
<br />
"Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın..."<br />
<br />
Bu, Atatürk'ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:<br />
<br />
"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz." der.<br />
<br />
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey'le Atatürk'e yollar.<br />
<br />
Mektubun içeriği şöyle:<br />
<br />
"Muhterem Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum..."<br />
<br />
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü'ye telefon ederek:<br />
<br />
"Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı." diyerek olayı anlatmış. İnönü, Bakan adına özür dilemiş. Atatürk:<br />
<br />
"Yok! demiş özür dileme. Ben çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve bu doğruluğu gösterebilse. "<br />
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci- yazar <br />
<br />
Vahap Okay'a iletir. O da 15.09.1985'te gazetesinde yayımlar.<br />
<br />
İşte devlet böyle kurulur, devlet böyle adamlarla yönetilir...Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-24178923653908329492009-12-23T09:19:00.000+02:002009-12-23T09:19:29.939+02:00SİZ NEREDEYDİNİZ?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhC5yTcLpalzyHmlKsfLjq_M59NQbP_kAoofVY_sttjJR96lYxyqbmhLoz_C9FcY4XGZXyIBr6Emb_IwPQ1qU2w_iXPZR8Yzn_4Jzm6yhrlwkmN9sigXhr65ePnBDryDX84P0Pt2Ksu4qk/s1600-h/ataturk_01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhC5yTcLpalzyHmlKsfLjq_M59NQbP_kAoofVY_sttjJR96lYxyqbmhLoz_C9FcY4XGZXyIBr6Emb_IwPQ1qU2w_iXPZR8Yzn_4Jzm6yhrlwkmN9sigXhr65ePnBDryDX84P0Pt2Ksu4qk/s320/ataturk_01.jpg" /></a><br />
</div>Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş :<br />
<br />
<br />
- Bu köşk kimin?<br />
- Kirkor'un... <br />
- Ya şu koca bina ?<br />
- Yorgo'nun<br />
- Ya şu?<br />
- Salomon'un... <br />
<br />
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş :<br />
<br />
- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? <br />
<br />
Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur :<br />
<br />
- Biz mi nerede idik ? <br />
<br />
Biz Yemen'de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam... <br />
<br />
Atatürk bu hatırasını naklederken :<br />
<br />
- hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu...<br />
<br />
Köymen, Hulusi; Atatürk'ü anmak kitabından, s. 260Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-88019030373754080782009-07-23T16:07:00.002+03:002009-12-22T20:25:40.938+02:0080. YILINDA BÜYÜK NUTUK (SÖYLEV)<strong>Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç</strong><br />
<strong>T.C. Maltepe Üniversitesi</strong><br />
<strong>Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı</strong><br />
<br />
“Sayın Baylar,<br />
<br />
Sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe malolmuş bir çağın öyküsüdür.<br />
<br />
Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım…”<br />
<br />
Gazi Mustafa Kemal 80 yıl önce, 15 Ekim 1927 Cuma günü toplanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2. Büyük Kongresi’nde, Büyük Nutku’nu okumaya başlamıştı. Gazi CHP’yi 9 Eylül 1923 tarihinde kurmuştu.<br />
<br />
Kuruluştan sonraki ilk büyük kongre yapılıyordu ama Sivas Kongresinde alınan bir kararla “Anadolu” ile “Rumeli” Müdafaa-i Hukuk Dernekleri birleştirilmiş, böylece verilecek mücadelede bir bütünlük sağlanmıştı. İşte ortaya çıkan bu “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği”, ileri yıllarda siyasal bir hareket olarak<br />
<br />
CHP’nin 1. Büyük Kongresi kabul edilmişti. O nedenle şimdikine “2. Büyük Kongre” denmişti. 20 Ekim Çarşamba gününe kadar, tam 36 saat 33 dakika süren Gazi’nin bu sunumu, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada beklendiği gibi çok büyük yankılar uyandırmıştı. Cumhuriyet henüz 4 yaşındaydı ama öylesine olağanüstü dönemlerden geçilmişti, öyle dar boğazlar aşılmıştı ki, bunu birinci ağızdan yazıp söylemekte gelecek kuşaklar açısından büyük yarar görmüştü.<br />
<br />
O nedenle de, uzun zamandan beri hazırlamakta olduğu bu nutku okumak için, Gazi, parti genel kurulunun daha uygun bir ortam olacağına karar vermişti.<br />
<br />
Böylece orada sadece milletvekillerine ve hükümet üyesi bakanlara hitaben değil, aynı zamanda tüm illerden gelecek CHP delegelerine, parti ileri gelenlerine, bürokraside yer alan üst düzey yöneticilere, komutanlara, kordiplomasiye mensup tüm büyükelçilere hitaben bu uzun konuşmasını yapabilecekti. Öyle de oldu.<br />
<br />
TBMM Genel Kurul Salonu sonuna kadar doluydu ve insanlar adeta nefeslerini tutarak 6 gün boyunca Gaziyi dinlemişlerdi. Kürsüde son derecede şık ve yakışıklı, yaptıklarından müthiş gururlandığı her halinden belli, kimi zaman sesini yükselterek kimi zaman alçaltarak, dost düşman tüm dünyaya sesleniyordu:<br />
<br />
<strong>“…1919 yılı Mayısı’nın 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:”</strong><br />
<br />
Ülkenin o günlerde içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığıyla anlatıyor, Millî Mücadele günlerinin zor koşullarına değinirken sesi titremeye başlıyor, hele sonlara doğru, bütün bu mücadelenin muzaffer sonucu olan cumhuriyeti Türk Gençliği’ne armağan ettiği bölüme geldiğinde, “ Ey Türk Gençliği… “ derken artık daha fazla dayanamıyordu.<br />
<br />
Ertesi gün İngiliz gazeteleri “Gazi gözyaşlarını tutamadı…”diye manşet attılar. Doğruydu.<br />
<br />
<strong>NUTUK NEDEN ve KİME HİTABEN YAZILDI?</strong><br />
<br />
Gazi, Nutuk’ta Millî Mücadele’yi anlattığı bölümden hemen sonra bu soruyu soruyor ve gene kendisi yanıtlıyordu:<br />
<br />
“…Maksadım, inkılabımızın incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamaktır. Bütün bu olguların ve olayların cereyanında TBMM ve hükümeti başkanı, Başkomutan ve Cumhurbaşkanı olmaktan çok, teşkilâtımızın Genel Başkanı olarak bu görevi yapmaya kendimi mecbur sayarım.”<br />
<br />
Parti teşkilatı mensuplarının ve ülkenin dört bir yanından gelmiş delegelerin önünde konuşmasındaki maksat, anlattıklarını onların da ülkenin dört bir yanına anlatmaları, böylece olan biteni tüm yurttaşların kaynağından, yani birinci elden, Gazi’den öğrenmeleriydi.1918-1927 arası son dokuz yılda olup bitenlerin hesabını soruyor, hesabını veriyordu. Konuşma tümüyle belgelere dayanıyordu. Metinden birkaç cümle okuyor, yan masadaki kâtibe bir belge uzatıyordu. Bu nedenle, Osmanlıca olan ilk baskı iki cilttir. Birinci cilt Nutkun metnini, ikinci cilt ise belgeleri içerir. Daha sonraki baskılarda da benzer yöntem uygulanacaktır.Metin kısmında 192.240 sözcük vardır. Her sayfasında ortalama 360 sözcük bulunan bir baskıda Nutuk 534 sayfa, belgeleri ise 344 sayfa tutmaktadır. Böylece Nutuk iki cilt bir rada 878 sayfalık dev bir eserdir.<br />
<br />
Nutuk’ta bulunan toplam belge sayısı ise 308’dir.<br />
<br />
Büyük Nutuk, Gazi’nin eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin eseridir.<br />
<br />
Her sayfasında, cumhuriyete giden o “uzun ince yol” Gazi’nin ağzından tüm ayrıntısıyla ve bütün dünyaya hitaben anlatılmaktadır.<br />
<br />
İşgalciler, Saray, İstanbul Hükümeti, Kuvvacılar, işbirlikçiler, komutanlar, yakın arkadaşları, sonradan yolları ayrılan arkadaşları, dost – düşman herkes bu anlatılanlardan kendilerine bir pay çıkarabilmektedir.<br />
<br />
O nedenle, özellikle İngiliz Büyükelçisi ve sefaret mensupları büyük bir merak ve dikkatle dinliyorlardı. Sultan Vahdettin’in İngilizlerle olan gizli temaslarını, Sadrazam Damat Ferit’in aşağılık ilişkilerini ve onursuz politikalarını, İngiliz Severler Derneğini, Anadolu’daki kutsal isyanı bastırmak için Vahdettin’in İngilizlerden aldığı para ve silahla donatıp, Ankara’yı ezmek üzere sevk ettiği Hilafet Ordusu’nu, şimşek bakışlarını kordiplomasinin oturduğu locaya dikmiş, gürül gürül anlatıyordu. Anlattıkça da yan masaya bir belge veriyordu.<br />
<br />
Oturum sona erdiğinde tüm diplomatların en büyük merakı, “acaba yarın ne anlatacak?” sorusuydu. Özellikle İtalyan diktatörü Mussolini Nutkun İtalyanca’ya çevrilip çevrilmeyeceğini merak ediyor, üyükelçisinden sık sık bilgi istiyordu. Gazi Nutuk’ta kurtuluşu gerçeğine uygun sırada, kronolojik bir kışla anlatıyordu.<br />
<br />
Buna göre, önce Birinci Dünya Savaşı’na son veren Mondros Ateşkes Anlaşması’nın hangi koşullarda ve nasıl imzalandığını, buna nasıl karşı çıktığını, Saray’ın ve İstanbul hükümetlerinin içine düştükleri ciz durumları, ardından gelen işgalleri, işgalcileri, işbirlikçileri, azınlıkların hain faaliyetlerini sayıp öküyordu. Daha sonra direniş için ilk hazırlıklar ve örgütlenmeleri, buna tepki olarak da Yunan ordusunun Ege’ye çıkarılmasını; işgali göğüslemek adına Kuvva-yı Milliye’nin kuruluşunu, ardından ordunun teşkilatlanmasını; kongreler ve Heyet-i Temsiliye dönemini; bu direnişi kırmak için Vahdettin’in ayınlattığı fetvaları ve buna bağlı olarak Anadolu’nun on dört yerinde çıkarılan iç isyanları; kardeşin kardeşi boğazlayışını,kimi zaman öfkeli, kimi zaman sakin, anlattı, anlattı, anlattı.<br />
<br />
Daha sonra İnönü Savaşlarını, Sakarya’yı anlattı. Büyük Taarruza gelince, kürsüdeki duruşu bile değişmişti. Lozan’ı anlatırken ise artık kürsüye sığmıyordu.<br />
<br />
Ardından barış dönemi…<br />
ardından cumhuriyet…<br />
ardından devrimler…<br />
Mutluydu.<br />
<br />
<strong>NUTUK’TA ENÇOK ZORLANDIĞI BÖLÜM</strong><br />
<br />
Nutuk’u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü. Lozan günleriydi. İsmet Paşa ve Türk Heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan’a hareket etmişti.<br />
<br />
İlahi adalet…<br />
<br />
Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.Aradan birkaç gün geçmişti. Lozan’da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu. Bir gün, Vekiller Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf Bey, Gazi’nin TBMM’deki başkanlık odasına gelerek O’nu, Refet(Bele) Paşa’nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet etti. Rauf Bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara’da bulunan müşterek arkadaşları Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi’nin onayını aldı.<br />
<br />
Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler.Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi’ye döndü; “Kemal” dedi, “ davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz.” Hisleri O’nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. “Buyurun, konuşalım !” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:“Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor…”<br />
<br />
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı, “ Neyimden korkuyorlarmış?”deyiverdi. Rauf Bey konuya doğrudan girdi:“ Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!…”<br />
<br />
Gazi donup kalmıştı. Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye başladı: “Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz desana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre ‘emaneti sahibine’ iade etmenin zamanı geldi.”<br />
<br />
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.“Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye sordu.<br />
<br />
Rauf Bey’i dinleyelim: “Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik, madem sordun, söyleyeyim. Padişah bir İslam halifesi, ben de müslümanım. Dinî terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım.<br />
<br />
O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, cumhuriyet değil”<br />
<br />
Gazi’nin yüz hatları gerilmişti. Ev sahibi Refet Paşa’ya döndü;“Sen ne düşünüyorsun Refet?” diye sordu.“Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!...” deyip kestirip attı Refet Paşa. Gazi, masadaki Fuat Paşa’ya, “ Senin görüşün Fuat?” diye sordu.Fuat Paşa Gazi’nin Harbiye’den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi. St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil sivil liseden Harbiye’ye biraz da geç katılmıştı. Okul Komutanı Mustafa Kemal’i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı:“Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat…” Ve Fuat’ı sınıfının çavuşu Mustafa Kemal’e emanet etmişti.Fuat’ın Fransızcası çok iyiydi, Mustafa Kemal’e bu derste çok yardımı oldu. Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı ve Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat’ın Salacak’taki köşküne “evci” çıktı. O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi.Fuat; “Paşam”, dedi, “biliyorsunuz uzun süredir Moskova’dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm!..”Yani o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!...” diyemedi.Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu.Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu’ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi. “Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey.“Bana bir kâğıt verin…”Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı:“ Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icraî organ olan TBMM verecektir.” Yüksek sesle okudu ve sordu: “ Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?”<br />
“Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!...”, dedi Rauf Bey.O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar.Sofra, buz gibi olmuştu. yrılırlarken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu.O günden itibaren Gazi yollarını da bu rkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü.Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı.Öyle de yaptı.1921 Anayasasına göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920’de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis’ten kurtuluyor gibiydi.<br />
<br />
Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!”Bunun üzerine yeni bir plan kurdular.Mustafa Kemal’i Meclis’e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasasını değiştirmeye karar verdiler.<br />
<br />
Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar:<br />
<br />
Buna göre:<br />
<br />
“1. …bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Millî sınırları içinde olsun!..” Selanik dışında kalmıştı.<br />
<br />
2. …Milletvekili adayı adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!”<br />
Mustafa Kemal o cephe, bu cephe hayatı boyu koşturmaktan ötürü değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay oturamamıştı ki. Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından.<br />
<br />
Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz: “Doğum yerim Selanik Misak-ı Millî sınırları dışında kalırken, devlet Selaniği tek kurşun atmadan Yunan’a verirken,bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne’de savaşıyordum…Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım, o zaman Bingazi’de, Derne’de, Sina’da, Filistin’de olamazdım. Çanakkale’de, Kafkaslarda, Sakarya’da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Millî sınırları dışında kalırdı…” Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?...<br />
<br />
Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi…ve Mustafa Kemal Ankara’nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis’e girdi… Cumhuriyeti de kurdu.<br />
<br />
Gazi bu olayı hiç unutmadı. NUTUK’ta da tüm ayrıntısıyla yazdı.<br />
<br />
<strong>NASIL, NEREDE YAZDI?</strong><br />
<br />
Nutuk’un yazım süreciyse çok yorucu olmuştur. Epey süredir notlar tutmaktadır. Konuşmasını yaklaşan Parti kongresinde yapmaya karar verince, kalan üç aylık sürede Nutkun tamamını yetiştirebilmek için olağanüstü bir tempoda çalışmak zorunda kalmıştır. Kalp spazmı O’nu bu tempoda yakalar.<br />
<br />
Sigara ve içkiye ara verilir, üç gün sırt üstü yatarak zar zor atlatır. Nutuk’u Çankaya Köşkü’nde yazmaktaydı. Ankara Belediyesi’nin bir Ermeni yurttaştan satın alıp Gaziye hediye ettiği köşk, üç oda bir salondan ibaret eski bir bağ eviydi. Yağmur yağdıkça tavanı akardı. Akan yerlere leğenler konmuştu. Akmayan bir köşeye konan bir koltuğa oturmuş, yanı başında su dolu bir leğen, elindeki pamuğu suya batırıp gözüne örtüyor, böylece rahatlamaya çalışarak Nutuk’u dikte etmeye devam ediyordu.<br />
<br />
Yorgunluktan gözlerini açamaz hale gelmişti.Nutuk’u dikte ettiği yaverler her sekiz saatte bir değişiyor, O ise yerinden kımıldamıyordu. Aralıksız 32 saat çalıştığı olmuştu.Falih Rıfkı Atay’ın anlatımıyla;<br />
<br />
“…Çalışma odasında yarı ayaküstü, yarı oturarak ve yüzlercesi arasından vesikalar ayırarak Nutkunu dikte ederdi. Yorulan değişirdi. Bir defasında pek genç bir arkadaşı baygınlık geçirmişti.Akşama doğru bir banyo aldıktan sonra, hiç dinlenmeden sofraya iner, o gün yazdıklarını bize okur veya okutur, hadiseler üzerinde terütaze bir muhakemeyle tartışmalar yapardı.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya–Atatürk Devri Hatıraları, Dünya Yayınları 5 Cilt II, s.460).<br />
<br />
Büyük Nutuk üç açıdan benzersizdir:<br />
<br />
“Söyleniş süresi”,<br />
“kapsamı “ve<br />
“yaptığı etki” açılarından eşsizdir.<br />
<br />
Sunum TBMM toplantı salonunda yapılmıştır. Gazi, sabahleyin üç saat ve öğleden sonra üç saat olmak üzere her gün iki toplantıda konuşmuştur.<br />
<br />
<strong>NUTKUN YANKILARI ve İTİRAZLAR</strong><br />
<br />
Nutuk, okunduğu 1927 yılında tüm Türkiye’de büyük yankılar yapmış, tüm gazeteler manşetlerinde Nutuk’a yer vermişler, yazarlar günlerce Nutuk’tan söz etmişlerdir. Bu yankı dış dünyaya da yansımıştır.<br />
<br />
Avrupa bir yana, Japonya’da bile yayınlanan pek çok yoruma rastlanmıştır. En ünlü gazetelerin başyazarları günlerce sütunlarında Nutuk’a yer vermişlerdir.<br />
<br />
Bu arada, İzmir Suikastı öncesinde yurt dışına çıkmış bulunan muhalefet kanadın ileri gelenlerinden Nutuk’a tepki ve eleştiriler de gelmiştir.<br />
<br />
O günlerde Londra’da oturmakta olan Kurtuluş Savaşı’nın onbaşısı Halide Edip Adıvar, Nutkun okunmasının hemen ertesi günü, Londra’da yayınlanmakta olan The Times gazetesine gönderdiği bir makaleyle Gazi’ye eleştiriler yöneltmiş, Londra Büyükelçimiz Ferit Bey bu yazıyı ve çevirisini aynı gün Ankara’ya, Dışişleri Bakanlığımıza göndermiştir. Bunun üzerine CHP Genel Sekreteri Safvet Bey, 1 Kasım 1927 tarihinde The Times gazetesinde bir tekzip yayınlayacaktır.<br />
<br />
Lozan’ı imzalayan Ankara Hükümeti’nin başbakanı ve muhalefetin önemli liderlerinden olup, İzmir suikastı eyleminden önce yurt dışına çıkmış bulunan Rauf Bey (Hüseyin Rauf Orbay) o günlerde Paris’te yaşamaktadır ve o da 2 Kasım günü The Times’a gönderdiği bir mektupla benzer eleştirilerde bulunmuştur.<br />
<br />
Muhalefet kanadın diğer bir ileri geleni, eski İttihatçı ve Halide Edip’in eşi Dr. Adnan Adıvar da o günlerde Paris’te yaşamaktadır ve The Daily Telegraph (Londra) gazetesinde 29 Eylül 1928 tarihinde “ Türk Diktatörlüğü” başlığıyla bir eleştiriyi de o yayınlayacaktır. (Bu yazıların tam metinleri için ; Bilal Şimşir, Atatürk’ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi, Sayı.61)<br />
<br />
Yapılan eleştiriler daha ziyade Gazi’nin kendini çok ön plana çıkarttığı, arkadaşlarını geri plana ittiği merkezindedir. Oysa Nutuk’ta anlatılanlar daha dün kadar yakın bir geçmişte cereyan etmiş, sunulan tüm belgeler de devrimin tartışmasız liderinin Gazi olduğunu kanıtlamıştır. Kaldı ki bu iddiaların tümü CHP tarafından belgelerle yanıtlanmıştır.<br />
<br />
<strong>HANGİ DİLLERDE VE NEREDE BASILDI?</strong><br />
<br />
Gazi Nutuk üzerindeki telif hakkını Türk Hava Kurumu’na bağışlamıştı. Kitabın yurt içinde ve yurt dışında basımı ve satışı işleriyle bu kurum yetkilendirildi ve henüz kurulmuş olan bu kurumun gelişmesinde Nutkun satışından elde edilen gelir çok önemli rol oynadı.Nutuk Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Rusça basılmıştı. Arapça olarak da yayınlanması için Kahire Büyükelçimiz Muhiddin Paşa ısrarla talepte bulunacaktır ama, yabancı dillerdeki baskılar bir Alman yayınevine (Köhler) verildiği için, onlarla temas kurulması istendiyse de sonuç olarak Arapça baskısı yapılmamıştır.<br />
<br />
Türkçe Nutuk’un birinci baskısı 1928 yılının ilk yarısında yüz bin adet olarak satışa sunuldu. Bu rakam çok yüksekti. O günlerde Türkiye’nin nüfusu 14 milyondu ve okur- yazar nüfus ancak bir milyon kadardı. Her 10 okurdan birinin Nutku aldığı anlaşılıyordu ki bu büyük olaydı.Her kitap numaralıydı.<br />
<br />
İlk iki bin kitap lüks baskılardı. Bunların fiyatları 10 ile 500 lira arasında değişiyordu. Lüks olmayan kitaplar ise 5 liradan satılıyordu. Belgeler cildi daha sonra basıldı ve 2.5 lira ile 50 lira arasında satışa sunuldu.<br />
<br />
Böylece bir takım (iki cilt) Nutuk 7.5 liraydı ve bu yüksek bir fiyattı. Zira o dönemde gazete 5 kuruştu. Gelirini en üst düzeyde tutmanın peşinde olan Türk Hava Kurumu, reklam ve tanıtıma önem vermiyor, hiçbir masrafa girişmiyordu.<br />
<br />
Aksine kitabı edinmek isteyen önce parasını ödüyor, kitap sonra adresine gönderiliyordu. Hiçbir indirim de uygulanmıyordu. Baskı için ilk temas Mayıs 1927’lerde olmuştur. Yazımı bitmek üzeredir.<br />
<br />
Ankara’dan Paris Büyükelçiliği’ne 11 Mayıs’ta çekilen bir telgrafta Gazi’nin CHP Büyük Kongresi’nde uzun bir konuşma yapacağı, bu metnin kitap olarak basılmasının düşünüldüğü, ilgilenecek yayın kuruluşlarının Ankara ile temasa geçmelerinin sağlanması istenir, anlaşma için Büyükelçiliğe yetki verilmez.<br />
<br />
Bunun üzerine bazı yayın kuruluşları yanıtlarını Büyükelçiliğimiz aracılığıyla Ankara’ya gönderirler. Bunlardan Payot Yayınevi bu işe talip olduğunu, esasen daha önce de benzer işler yaptığını, metnin Paris’e gönderilip gönderilemeyeceğini sorar, yanıt olumsuzdur. Metin henüz Kongrede bile okunmamışken yurt dışına gönderilmesi belli ki mahzurlu bulunmuştur. Firma yetkililerinin Ankara’ya gelip metni burada okumaları istenir. Sonuç olarak zaman kaybedilir ve bu nedenle de Nutkun Fransızca baskısı gecikir.<br />
<br />
Nihayet bu temaslar sonunda Nutkun Rusça hariç diğer yabancı dillerde yayımlanması işi, Almanya’nın Leipzig kentindeki K.F. Köhler yayınevine verilir ve bu baskılar ancak 1930 yılında, yani üç yıl gecikmeyle yapılır.<br />
<br />
Kitabın Rusçasını Ruslar basıp satmışlardır. (Bilal Şimşir, a.g.e. s.XIII ve diğer.)<br />
<br />
Nutkun İngilizce ve Fransızcasının ilk baskısı 2750 adet basılmıştır. Bunların da fiyatları oldukça yüksektir.<br />
<br />
İngilizcesi 1 İngiliz lirasına, Fransızcası ise 125 Fransız frangına satılmıştır. Belgeler cildinin de fiyatı aynıdır.<br />
<br />
Böylece Fransızca bir takım Nutkun fiyatı 250 Fransız frangı tutmaktadır ki, bu rakam yüksektir.<br />
<br />
<strong>SONUÇ</strong><br />
<br />
Büyük Nutuk Millî Mücadele tarihimizin belgeselidir. Günümüze ise ışık tutan bir rehber niteliğindedir. Bugünleri adeta o günlerden görmüş, Nutuk’ta bakın ulusuna ne tavsiye etmektedir:<br />
<br />
“…Sayın milletime şunları tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asıl cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın.” (NUTUK, Kültür Bakanlığı’nın Cumhuriyet’in XV. Yıldönümü Armağanı, 1938, s. 515).<br />
<br />
20 Ekim 1927 Çarşamba günü Gazi son derecede yorgundur. Nutkun sonuna gelmiştir ama, altı gündür ayakta konuşmaktadır.<br />
<br />
Mikrofona rağmen sesi güçlükle duyulmaktadır. Son cümleleri:“…Baylar, bu demecimle, ulusal bağımsızlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal felaketlerden uyanışın ve kutsal vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.”<br />
<br />
Ve Nutuk Gazi’nin gençliğe seslenişiyle sona eriyordu:<br />
<br />
“Ey Türk Gençliği !<br />
Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır… Bir gün bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler; üstelik hayınlık da yapabilirler. daha kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler…<br />
<br />
Ey Türk geleceğinin gençliği!<br />
<br />
İşte bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.<br />
<br />
İşte tam da burada sesi titremeye başlamış, göz pınarlarından yaşlar süzülüvermişti. Ertesi gün İngiliz basını “Mustafa Kemal ağladı” diye manşet atmıştı.<br />
<br />
Haklıydılar.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-59171733045301732322009-07-23T15:59:00.004+03:002009-12-24T10:23:16.842+02:00İLK BAŞ KALDIRIŞI<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-MYNtvPaMv0Gwo6MRpDIu-MmfJ-DfLcXSq9YBdDbU7yCHWVjekdMKsBuRBnLpGH7SskKCroHSFT2eacAWDGdM0FwhxaUxjl8i4-iAWNA_rlLILV2UJV_8GMDR0niuJ2tNmaJKDBgkS98/s1600-h/460.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-MYNtvPaMv0Gwo6MRpDIu-MmfJ-DfLcXSq9YBdDbU7yCHWVjekdMKsBuRBnLpGH7SskKCroHSFT2eacAWDGdM0FwhxaUxjl8i4-iAWNA_rlLILV2UJV_8GMDR0niuJ2tNmaJKDBgkS98/s320/460.jpg" /></a><br />
</div>Atatürk, oldu olası arapça derslerinden, yere bağdaş kurarak oturmaktan ve dizleri üstünde durarak yazı yazmaktan hiç memnun değildi.yine dizlerinin üstünde durmaktan dizlerinin ağrıdığı bir gün ayağa kalkarak dersi ayakta dinlemeye başladı. Fakat bu seferde hocası bundan memnun olmamıştı ve atatürk´e yerine oturmasını söyledi. Atatürk ise dizlerinin ağrıdığını ve oturamayacağını söyledi. bunun üzerine hocası sinirlenip, deliler gibi haykırarak<br />
<br />
"Neee bana karşımı geliyorsun " dedi.<br />
<br />
Atatürk bunun üzerine ;<br />
<br />
"Evet karşı geliyorum" dedi.<br />
<br />
Tam bu anda diğer bütün çocuklarda ayağa kalkıp ;<br />
<br />
"Evet karşı geliyoruz" diyerek aynı sözleri tekrarlayınca,hoca ne yapacağını şaşırarak onlarla uzlaşmak zorunda kalmıştı. bu onun ilk baş kaldırışıydı. Liderlik vasfının ve kitleleri peşinden sürükleyen karizmasının ilk ortaya çıkışıydı.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-48835542034852806242009-07-23T15:59:00.001+03:002009-07-23T15:59:21.141+03:00HALİDE EDİP ADIVAR’IN ATATÜRK’ÜN ELİNİ ÖPMESİKurtuluş savaşı sonrası Atatürk'e zıt bir tavır takınan Halide Edip Adıvar, kurtuluş savaşı öncesi Atatürk'e bakın nasıl bakıyor: Mustafa Kemal Paşa Sakarya Savaşı öncesi ata binerken yere düşerek bir kazar geçirir. Üç kaburga kemiği kırılır. Doktorların tam istirahat tavsiyelerini dinlemez. Kazadan 48 saat geçmeden Paşa’yı at sırtında savunma hatlarını dolaşırken görürler. Yanına gelen asker topluluğuna, acı ve bitkinlikten kısılmış bir sesle: “Kemiklerimden birinin kırıldığı bir yerde, düşman direnişi de kırılacaktır” der. Mustafa Kemal’in bu azmi, orduya da sirayet eder. Halide Edip, o dönemdeki Paşa’yı şöyle anlatır: “Gazi Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hâlâ ağrılar içindeydi. Ona doğru mutlak bir hürmetle yanaştım. O mütevazı odada bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret ne de herhangi bir kudret onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm.”<br /><br /> (www.hyp.org.tr)Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-81714480890350842562009-07-23T15:57:00.000+03:002009-07-23T15:58:35.840+03:00ATATÜRK'ÜN ŞAŞIRTAN FOTOĞRAFI<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXGWlxs3WE9IyCxWLGINt9isojIJC_TQBxw2-gAAc2LjWzw_ic41zNDlTLhsavMAs7fj8-M7BjlSJxu73WjNGcx3psnQXhQS0MvD6fViaMAehUZaip6TqLEoFH9ps21DU3uRq41eVSzRk/s1600-h/28.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; DISPLAY: block; HEIGHT: 277px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5361639202364648962" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXGWlxs3WE9IyCxWLGINt9isojIJC_TQBxw2-gAAc2LjWzw_ic41zNDlTLhsavMAs7fj8-M7BjlSJxu73WjNGcx3psnQXhQS0MvD6fViaMAehUZaip6TqLEoFH9ps21DU3uRq41eVSzRk/s400/28.jpg" /></a><br /><div><br />Atatürk'ün 1935 yılı Şubat ayında Antalya'ya yaptığı gezi sırasında Ege vapurunda çekilen fotoğrafı büyük önderin keyifli günlerinden birini gözler önüne seriyor. Denizler Kitabevi koleksiyonunda yer alan fotoğrafta Atatürk, Ege Vapuru'ndaki yolculuğu sırasında salıncağa ayakta binerek poz vermiş. Fotoğrafta bacaklarından tutan manevi kızı Ülkü de oyun oynarken görünüyor. Fotoğrafın bir benzeri sadece Çankaya Köşkü'nün Atatürk Albümü'nde yer alıyor. Atatürk'ün pek bilinmeyen fotoğraflarından biri olan bu karede büyük önderin yanında yaveri ve manevi çocukları bulunuyor. Fotoğraf, Atatürk'ün 1935 yılının Şubat ayında çıktığı Ege ve Akdeniz gezisinde çekilmiş.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-85246674123507322932008-12-29T20:10:00.000+02:002009-12-22T20:23:39.887+02:00GAZİANTEP'İN KURTULUŞU, 'ŞAHİNBEY VE KARAYILAN<em><strong>'Türk'üm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk Köyü, Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler'<br />
<br />
Mustafa Kemal ATATÜRK</strong></em><br />
<br />
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi'nin ardından İngilizler, 17 Aralık 1918 tarihinde Gaziantep'i işgal etmişlerdir. İtilaf Devletleri arasında huzursuzluğa neden olan bu İngiliz işgali bir yıl kadar sürmüş, özellikle de Fransızlar bu işgale karşı çıkmışlardır. Yapılan bir takım anlaşmalar neticesinde, nihayet İngilizler Antep'i boşaltmak zorunda kalmışlardır.<br />
<br />
Bölge'de Fransızların gözü vardır ve Fransızlar, 29 Ekim 1919'da Kilis'i, 5 Kasım 1919'da da Gaziantep'i işgal etmişlerdir.<br />
<br />
Yörede yaşayan Halkı iyiden iyiye tetikleyen bu peş peşe işgaller, Nisan-1920 başında Gaziantep Savunması'na yol açmıştır. Savunma bir yıla yakın sürmüştür. Ama, Fransızların şehri ablukaya aldıklarından, açlığa dayanılamamış ve savunma sona erdirilmiştir.<br />
<br />
Savunma süresince verilen mücadelede Halk'tan 6000 civarında insanımız şehit olmuştur. Bunun üzerine, Meclis, 6 Şubat 1921 tarihinde aldığı bir kararla, Antep'e 'Gazilik' ünvanı vermiştir.<br />
<br />
Yapılan çeşitli görüşmeler ve nihai olarak imzalanan Ankara anlaşması neticesinde; 25 Aralık 1921 tarihinde Fransız işgali sona ermiştir.<br />
<br />
Gaziantep Savunması ve yerel Kuvay-ı Milliye güçlerinin verdikleri mücadelenin, emperyalist güçlerin Anadolu Toprakları'ndan sökülüp, atılmasında ne denli etkin olduğunun önemli bir göstergesidir.<br />
<br />
<strong><em>'Ben Gazianteplilerin nasıl gözlerinden öpmem ki;<br />
Onlar Gaziantep'i kurtardıkları gibi, Türkiye'yi de kurtardılar'<br />
Mustafa Kemal ATATÜRK</em></strong><br />
<br />
Milli Mücadele sürecinde Kuvay-ı Milliye Teşkilatı büyük yararlılıklar göstermiş ve topraklarımızı, kendi aralarında, yer yer bölüşmüş ve Anadolu'nun tamamına göz dikmiş olan emperyalist devletlerin kirli ellerinin kırılmasında inanılması güç başarılar ortaya koymuştur.<br />
<br />
Gaziantep ve havalisi Kuvay-ı Milliye Teşkilatı da; ortaya koyduğu kararlı mücadele ile Ulusumuzun mevcut milli duygularının şahlanmasına öncü olmuştur.<br />
<br />
Gaziantep'teki bu başarılı mücadele Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de takdirlerini kazanmıştır. ATATÜRK, 25 Aralık 1937 tarihinde, Gaziantep'in kurtuluşunun 16. yıldönümü münasebetiyle gönderdiği bir telgrafta;<br />
<br />
'Eğer bir gün Millet'in, Vatan ve Cumhuriyet'in yüksek menfaatleri gerektirirse, o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstereceklerinden asla şüphem olmadığı bilinmelidir!' şeklinde görüş ve duygularını ifade etmiştir.<br />
<br />
İşte bu mücadelede, yani Gaziantep Savunması'nda, bir çok isimsiz kahramanların yanı sıra iki yiğit vatan evladı öne çıkmaktadır. Şahinbey ve Karayılan(Yörede Kürt Mulla olarak anılır). Bu iki kahraman, yöre insanı başta olmak üzere, Tüm Ulusumuz'un unutamayacağı kahramanlıklar göstermiştir.<br />
<br />
ŞAHİNBEY<br />
(Mehmet Sait)<br />
<br />
Şahinbey, 1877 yılında Gaziantep'te, Bostancı Mahallesi 55 numaralı evde dünyaya gelmiştir. Milli Mücadele yıllarında büyük yararlılıklar gösteren ve etrafına adeta ışık olmuş bir kahramandır. Asıl adı Mehmet Sait'tir. 'Şahinbey', yöre insanının kendinse verdiği takma adıdır.<br />
<br />
Şahinbey, Sina cephesinde çarpışmış, gösterdiği başarılardan ötürü terfi ettirilmiş ve döndüğünde Memleketi olan Gaziantep'in Nizip ilçesine Askerlik Şube Başkanı olarak atanmıştır. Gaziantep'in işgal edilmek istenmesi üzerine, Ayıntap Heyet-i Merkeziye'ye müracaat eden Şahinbey, düşmanın şehre giriş istikametinde bulunan cephelerde görevlendirilmiştir.<br />
<br />
Şahinbey, Gaziantep'i işgal etmek isteyen Fransızlara engel olabilmek amacıyla, düşmanın şehre geliş istikameti olan Kilis yönünde üç müdafaa hattı kurmuştur. Yanına, yerel Kuvay-ı Milliye Teşkilatı'ndan aldığı yaklaşık 200 kişilik birlikle, direnişi örgütlemiş ve Fransız Kuvvetlerinin, şehre girmesini uzun süre engelleyebilmiştir.<br />
<br />
Fransız Kuvvetleri Birliği, yaklaşık olarak 8000 piyade, 200 süvari, 4 tank, 1 batarya top, 16 ağır makineli tüfek ve çok sayıda otomatik tüfekten oluşmasına karşın, Şahinbey ve arkadaşlarından oluşan yaklaşık 200 kişilik Kuvay-ı Milliye kahramanları karşısında, bir adım bile ilerleyemeden, çakılıp kalmıştır.<br />
<br />
Ancak, Fransızlar güçlerini bir şekilde aldıkları takviyelerle artırarak yüklendikçe, çetin çarpışmalar meydana gelmiştir. Çarpışmalar neticesinde, büyük kayıplar veren Şahinbey ve arkadaşları, sonunda 87 kişi kalmışlardır. Bu durumda bile, çarpışmalardan vazgeçmeyen Şahinbey, o dönemde Gaziantep için son müdafaa hattı olan Kilis tarafından girişte bulunan Elmalı köyü civarındaki çarpışmalarda 86 arkadaşını daha yitirmiş ve tek başına kalmıştır.<br />
<br />
Şehit olmadan önce;<br />
<br />
<em>'Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şehit kanı karışmıştır. Bize; Namus, Din ve Bağımsızlık için ölüme atılmak, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Bir an evvel topraklarımızdan defolup gidin. Yoksa kıyarız canınıza. Eğer, düşman buradan geçerse; Ben Antep'e ne yüzle dönerim, düşman ancak benim cesedimi çiğner de öyle girer Şehire'</em> ifadelerini söylediği dilden dile dolaşır.<br />
<br />
Gerçekten de öyle olmuştur. Tek başına kalan ve cephanesi biten Şahinbey, Elmalı köprüsünü terk etmemiş, çarpışmaya yumruklarıyla devam etmiştir. Fransız Kuvvetleri, savaş adap ve ahlakına yakışmayan insanlık dışı hareketlerde bulunarak; Şahinbey'in üzerine adeta çullanmışlardır.<br />
<br />
Şahinbey, yüzlerce süngü ile delik deşik edilerek, köprü başında şehitlik mertebesine yücelmiştir. Acı haber şehre tez zamanda ulaşmıştır. Şahinbey'in naaşını, yörenin diğer bir kahramanı olan Karayılan, kucağında şehre kadar taşımıştır. Bu hüzünlü olay, yöre halkını çok etkilemiş, Şahinbey üzerine ağıtlar yakılmıştır.<br />
<br />
Şahin'i sorarsan otuz yaşında,<br />
Süngüyle delindi köprü başında.<br />
Çeteler toplanmış ağlar başında.<br />
Uyan Şahin uyan gör neler oldu.<br />
Sevgili Ayıntab'a Fransızlar doldu.<br />
<br />
* * *<br />
<br />
KARAYILAN<br />
(Kürt Mulla)<br />
<br />
Karayılan, Atmalı aşiretinden olup, 1888 yılında Maraş'ın Pazarcık ilçesi, Höcüklü Köyü, Elifler mezrasında doğmuştur. Babası Ermeniler tarafından şehit edilmiş, kendi kendine okuyup yazma öğrenmiş, köyünde imamlık yapmış çok zeki bir yurtseverdir.<br />
<br />
I. Dünya Savaşı esnasında, Rus Cephesi'nde savaşmış ve yaralanmıştır. Bu cepheden köyüne dönen Karayılan, yaralarının iyileşmesinin ardından bir müddet sonra, hükümet kuvvetleri ile birlikte katıldığı bir çatışma neticesinde, halkı kırıp geçiren Balyan'lı eşkiya Bozan ağayı vurmuş ve adamlarını darmadağın etmiştir.<br />
<br />
Karayılan, Gaziantep'in zor günlerinde, etrafında topladığı arkadaşlarıyla, Karabıyıklı diye bilinen mevkiide, Fransız Kuvvetlerine çok büyük darbeler indirmiştir. Böylelikle de Kuvay-ı Milliye saflarına katılmış, Şahinbey'in de dava ve silah arkadaşlarından birisi olmuştur.<br />
<br />
Fransızlara karşı bir çok mücadeleden başarıyla çıkmış olan Karayılan, Elmalı Köyü köprüsünde şehit düşen Şahinbey'in haberini aldıktan sonra büyük bir sarsıntı geçirmiş olmasına karşın, Şahinbey'in cesedini şehrin merkezine kadar kucağında taşımıştır.<br />
<br />
Ancak, zaman durma ve Şehitlere ağlama zamanı değildir. Mücadele tüm hızıyla sürdürülmüştür.<br />
<br />
Karayılan ve silah arkadaşları, amansızca saldıran düşmana karşı bir çok çarpışmaya katılmış, kimisinde yaralanmış, kimisinde ise ölümden döndüğü olmuştur. Ama, hiçbirinde mücadele etmekten yılmamış, çekinmemiştir.<br />
<br />
Böylesi mücadelelerden birinde, kendisine verilen Şıhın Dağı(Sarımsak Tepe)'ndaki Fransız Kuvvetlerini geri püskürtme görevini yaparken, şehitlik mertebesine ulaşmıştır.<br />
<br />
Karayılan der ki Harbe oturak,<br />
Kilis yollarından kelle getirek,<br />
Nerde düşman varsa orada bitirek,<br />
Vurun ha yiğitler namus günüdür<br />
<br />
Nazım Hikmet<br />
<br />
* * *<br />
<br />
Her sene 25 Aralık'ta Gaziantep'in Kurtuluş yıldönümü münasebetiyle kutlamalar yapılmaktadır. Gaziantep'li dostlarıma söz verdiğim gibi; bu yıl yapılacak kutlamalar öncesi bu yazıyı hazırladım.<br />
<br />
Bu çalışma için yararlandığım dostlarıma bir kez daha teşekkür ediyor ve 25 Aralık 2008 tarihinde kutlanacak olan Gaziantep'in Kurtuluşu'nun 87. yılı münasebetiyle yöre insanına saygılarımı sunuyorum.<br />
<br />
CENGİZ ÖNAL<br />
Araştırmacı-YazarUnknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-53012209982734493002008-11-28T09:23:00.000+02:002009-12-23T09:23:36.879+02:00ATATÜRK UNUTMUYOR1-Atatürk "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz''dir. İleri!" dediği halde, Türk Ordus niçin Ege'ye gitti?<br />
2-Atatürk Ağustos ayında niçin paltoyla dolaşıyordu?<br />
3-Türkiye' nin İngilizce tam karşılığı gerçekten Turkey (hindi) mi?<br />
4-"Ortadoğu" diye bir bölge var mı?<br />
<br />
<strong>ATATÜRK UNUTMUYOR!</strong><br />
<br />
İlk sorunun yanıtını uzun süre kendime sormuş, yanıtını bulamamıştım.<br />
<br />
Üstelik pek çok kişiden de doğru yanıt alamamıştım. İşin kötüsü, birçok insan bu durumun "farkında" bile değildi!..<br />
<br />
Ortaokuldan bu yana hepimiz, kendi tarihimizin en önemli noktalarını bile, "ezberleyip" durmuştuk. Daha doğrusu, bizlere ezberletmişlerdi. Mustafa Kemal, ordularımıza "Akdeniz''i" hedef gösterirken, niçin düşmanı 9 Eylül''de "Ege''de" denize dökmüştük?..<br />
<br />
İşte yanıtı:<br />
<br />
"Yunanlılar, Akdeniz''in bu kısmına ''Ege Denizi'' adını takmışlar, bölgedeki Yunan egemenliğini ve haklarını belirtmek maksadıyla ısrarla Ege Denizi deyimini kullanmaya başlamışlardı. Mustafa kemal Paşa, özellikle bu adı kabul etmediğini belirtmek için ''Akdeniz'' deyimini kullanmıştı"(Artuç, İbrahim, Yeniden Doğuş-Türk Kurtuluş Savaşı, Kastaş Yayınevi, 2.Cilt, s.471) (Ansiklopediler de, Ege''nin Akdeniz''in bir kolu olduğunu yazıyor)<br />
<br />
Gördünüz mü Atatürk, Venizelos' la (Batı'yla) iyi ilişkiler kuruyor ama, Batı'nın emperyalist kavramlarına, bırakın boyun eğmeyi, ağzına bile almıyordu!...<br />
<br />
Nasıl, daha geçen gün "Resmi dairelerden Atatürk resmini indirin, yoksa AB'ye giremezsiniz" diyen zavallı Avrupalı''ya çok güzel ders değil mi!..<br />
<br />
İşte Atatürk''ün tarih bilinci.. İşte bizdeki zavallılara ders!..<br />
<br />
Şimdi başka soru çıkıyor. Niçin biz, bugün hâlâ Yunanlılar''ın egemenlik hakkı güttüğü bu denize onların ağzıyla "Ege Denizi" diyoruz? Çünkü, birçok alanda olduğu gibi, kültür ve tarih alanında da köşeye sıkıştırılmışız.<br />
<br />
İkinci soru ise, "Ağustos ayında Atatürk''ün niçin palto giydiği" idi.<br />
<br />
Yılın en sıcak ayında Büyük Taarruz''u gerçekleştiren Mustafa Kemal, şubat ayı gibi paltoyla dolaşıyor ama bunu kendimize hiç sormuyorduk. Bu yıl 25 Ağustos''ta "Türkiye İttifakı" çerçevesinde gittiğim Kocatepe''de gerçeği yaşadım. Cevap çok basitti! Yılın en sıcak ayında bile Kocatepe, soğuktu. Gündüz de soğuk, harekâtın başladığı sabah vakti de.<br />
<br />
<strong>BİZ İNGİLTERE''YE "FARE" DİYOR MUYUZ?</strong><br />
<br />
3.soru şuydu: İngilizler niçin "Türkiye"ye, anlamını bozarak, yani "Türkler''in yaşadığı yer" anlamında değil de, "hindi" anlamında "Turkey" diyorlar?<br />
<br />
Turkey kelimesi, İngilizler''in uydurduğu bir kelime.. Biz de, bizi aşağılamak için İngilizler' in ortaya attığı bu kelimeyi doğruymuş gibi almışız! Tarih bilincine bakın! Yıllardır bizi yönetenlere bakın!.. İngiltere de dahi bir çok ülke, kendisini "great (büyük)" olarak tanımlarken, bizi aşağılamak için (Kurtuluş Savaşı''nda, Lozan''da onları da ezmiştik!..) böyle bir kümes hayvanı adı takmışlar. (Bu konu, bir program konusu olacak kadar uzun irdelenebilir.)<br />
<br />
Sonuç olarak İngiltere''nin kendisi "great"(büyük) biz ise, "hindi"!<br />
<br />
Ne onursuz bir yaklaşım. Biz onlara "fare" desek, ne diyecekler acaba?<br />
<br />
Tıpkı, Ege Denizi kelimesinde olduğu gibi, ülkemizin İngilizce adında da onurlu ve tarih bilinci ile yaklaşmamışız konuya.<br />
<br />
Bir hatırlatma. "Köleler ülkesi" anlamına gelen Habeşiştan kelimesini atan bir ülke adını düzeltti ve Etiyopya yaptı. O tarihten sonra da, bu kelimeyi kendisi kullanmadığı gibi, yurt dışından gelen ve üzerinde Habeşiştan yazan hiçbir postayı kabul etmedi. Yine, sömürgeci İngiliz zihniyetinin bir başka yansıması da, 4.sorumuzda idi: "Ortadoğu" diye bir bölge var mı?"<br />
<br />
Ortadoğu bölgesi, Türkiye' ye göre Ortadoğu değil. Bu da, İngilizler' in kendi bulundukları bölgeden dünyayı tanımlamalarına dayanıyor. Oradan bakınca, söz konusu bölge doğunun ortası yani ortadoğu; daha uzağı, daha doğusu ise Uzakdoğu!..<br />
<br />
<strong>SORULARIN ALTINDAN ÇIKAN GERÇEK!...</strong><br />
<br />
"Bakalım bu basit soruların altından neler çıkacak?" demiştim. Neler çıktığını gördük: İçimize kadar, beynimize kadar işlemiş sömürgecilik!.. En basit soruların altından dahi neler çıkıyor değil mi?..<br />
<br />
(Bu arada, soruların yanıtını bana gönderin, demediğim halde, pek çok okuyucum uğraşıp cevap yollamış. Sonuç nedir, derseniz; yaklaşık yüzde 10 oranında doğru cevap vardı. Hepinizin ilgisine teşekkür ediyorum.)<br />
<br />
HULKİ CEVİZOĞLU / YENİ ÇAĞUnknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-39431853284979988302008-07-03T09:24:00.001+03:002009-12-23T20:25:54.254+02:00ATATÜRK'ÜN DEVLET ADAMLIĞI VE STALİN'İN VERDİĞİ BİR DEMEÇ ÜZERİNE GİDİŞİStalin'in Sovyetler Birliği'nin başında olduğu dönemler... Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan... 1917 Ekim Devrimi'nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor. Bu demecinde aynen şunları söylüyor: <br />
<br />
<br />
"Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan'ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum..." <br />
<br />
Aynı gece Ankara'da Sovyet Büyükelçiliği'nde de ihtilalin yıl dönümü kutlamaları yapılıyor. Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk, gece yarısına doğru Stalin'in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve maiyetine emrediyor: <br />
<br />
"Arabaları hazırlayın gidiyorum." <br />
<br />
"Paşamız bu saatte nereye gidecekler?" <br />
<br />
" Sovyet Sefareti'ne." <br />
<br />
Mahiyetin etekleri tutuşur çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Atatürk'e: <br />
<br />
"Paşa hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?" <br />
<br />
"Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları." diye cevap verir. <br />
<br />
Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır. Atatürk ve maiyeti, Sovyet sefaretinin kapısına dayanır. <br />
<br />
Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada sefarette büyük bir balo vardır. Atatürk kendisini karşılayan Büyükelçi Karakan'ı görünce: <br />
<br />
"Merhaba Karakan" der ve aynı sert ifadeyle devam eder. "Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın. Bir hususu esasından anlamaya geldim." <br />
<br />
"Emredin Sayın Başkan" <br />
<br />
"Ajanstan öğrendiğime göre, başbakanınız Stalin, Ardahan'la Boğazları istemiş, kararı katiymiş...Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii ki bu nutkun da bir sureti sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım." <br />
<br />
Stalin'in nutku getirilir. Atatürk metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir. Nutuk ajanstan geçen metin ile aynıdır. Atatürk sorar: <br />
<br />
"Karakan, sefaret telsizinden derhal Stalin'i bulduracaksın. Bu beyannatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın. Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli kararım var. Istediğim cevabıalmadan sefaretinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim..." <br />
<br />
Karakan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Atatürk'ün söylediklerini aynen nakleder. Stalin'den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir. <br />
<br />
"Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar'la Ardahan'ı almak gibi bir arzusu katiyetle yoktur..." <br />
<br />
Atatürk cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karakan'a hitaben <br />
<br />
"Karakan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et." <br />
<br />
Karakan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak:<br />
<br />
"Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile kafidir ancak memleketinizdeki vazifem sona ermiştir. Yarın hareket edeceğim." <br />
<br />
Atatürk fazla ısrar etmez ve Çankaya'ya döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. Sovyetler Birliği'nin eski Ankara Büyükelçisi Karakan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-49078833245234875662008-06-09T09:27:00.000+03:002009-12-23T09:29:09.726+02:00NEDEN SADECE SAVCILARA CUMHURİYET SAVCISI DENİR?Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından "Hukuk Reformu yapmakla" görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için "Cumhuriyet Savcısı" unvanının isim babasıdır. Ata'nın huzurunda "Hukuk Reformu" için fikir fırtınası yapılırken, Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır: <br />
<br />
"Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir? <br />
<br />
Cumhuriyet Başbakanı, <br />
<br />
Cumhuriyet Bakanı, <br />
<br />
Cumhuriyet Müsteşarı, <br />
<br />
Cumhuriyet Valisi, <br />
<br />
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da, <br />
<br />
Neden Cumhuriyet Savcısı?<br />
<br />
Savcılara neden bu imtiyaz? <br />
<br />
Atatürk, Bozkurt'a "Ne diyorsun?" diye sorar.<br />
<br />
Bozkurt'un cevabı çok net olur: "Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. Işte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır."<br />
<br />
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. "Devam et Bozkurt" der... Cumhuriyet Savcısının bu cumhuriyeti korumak ve kollamak yetkisi hukuk reformuna ve Atatürk'ün yorumuna kadar uzanır.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-71224347268962213792008-05-21T10:04:00.008+03:002009-12-23T10:09:27.725+02:00İÇİMİZDEN BİRİ : ATATÜRK (1)<strong><em>Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI</em></strong><br />
<br />
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.<br />
<br />
Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?<br />
<br />
ATATÜRK’ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.<br />
<br />
Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina’daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK’ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.<br />
<br />
Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: “Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim” dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal’i.<br />
<br />
Ya da, yıl 1938. Bir İran’lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki;<br />
<br />
“Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.” dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.<br />
<br />
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki ”Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:<br />
<br />
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;<br />
<br />
”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra ne mi olur?<br />
<br />
UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;<br />
<br />
”Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.<br />
<br />
İşte o muhteşem belge diyor ki;<br />
<br />
<strong><em>“ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU”</em></strong><br />
<br />
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki “bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin” şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor. Hadi gelin Haiti’ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti’ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm” Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.”<br />
<br />
2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal’in, Devlet adamı Mustafa Kemal’in çok dışında bir Mustafa Kemal. 2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dedi ki “Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç’te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım” dedi. Hanımefendi “nedir o deyim” dedim. “Norveççe’de “ATATÜRK gibi düşünmek” deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi” ”nerelerde kullanırsınız” dediğimde “Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün”. O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba Norveççe’den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.<br />
<br />
Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK’le bir röportaj yapar. Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal’e şöyle sorar gazeteci; ”Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?” Mustafa Kemal’in cevabı aynen şöyle :<br />
<br />
“Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz”. Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye’yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal’in ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal’den. Ama bu arada 2005’de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sür manşet büyük puntolarla şu başlığı atmış “Bu gün Ortadoğu’ya düzinelerle ATATÜRK lazım”. dedim yazara ATATÜRK ‘ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında.<br />
<br />
Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter. Filipinlerden Çin’e kadar o kadar çok örnek var ki. Ama gördük 1925’de 1938’de 1996’da 2000’de 2005’de her ülkeden, her cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemal’den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye’nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye’nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye’de lider yetiştirme sorunu var.<br />
<br />
Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yada Başbakanı, Maliye Bakanı ya da evinin anne babası olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRK’le sizinle paylaşacağım.<br />
<br />
İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanır mısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?<br />
<br />
ATATÜRK’ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale’de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. “Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?”, “Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var”. Yani “niye şaşırıyorsunuz?” der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına “İşte bu benim...” derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor “Ne yaptınız bu ağaca” diyor. “Paşam” diyorlar “yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı”. “Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum” diyor. Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarındadır da onun için.<br />
<br />
Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani “Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim” diye. Çok değil doğa katliamı, en kolay yaptığımız katliam.<br />
<br />
Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. “Yahu” der “sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?” der. Bahçıvan derki; “Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz”. Bir an düşünür; “Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız” der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup da ağaçtan uzaklaştırmak? Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz? İstanbul’daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova’ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.<br />
<br />
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün. “ATATÜRK ve Türk kadını” konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordu ki “Amerika da eski bir ünlü bir müzikal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı” haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? “Ya öğretmenim biz tarihe pek bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak” diyince arşivimde 1930’da ATATÜRK’ün bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimlerigösterdim kendilerine ve dedim ki ”şu anda ne söyleyeceksiniz bana?”. Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? “Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri”. Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler. Faksta aynen şu yazıyordu “İkinci haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimlerigöstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler “Bu gün 1996,Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için” bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz. Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar ATATÜRK’ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü’ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözü’ne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; “Ah ! burada bir kulübem olsaydı keşke”. “Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya“ demişler. “Buradaki ağaçlara ne olacak peki”. “Paşam buradakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar” demişler. Bir an durur, “Bir tek şartla kabul ederim” der. “Burada yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim”. Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya’dan Söğütözü’ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü’ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.<br />
<br />
25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüp de burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.<br />
<br />
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN’u davet edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. “Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum” diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. “Ya paşam hayrola” der. Atatürk, “Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum” der. “Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?” der.<br />
<br />
ATATÜRK’ün cevabı ATATÜRK’çedir. Derki ”Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız.” Ne bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu arada Tahsin ÇOŞKAN “Paşam burada hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın” der. Ama dinleyen kim. Derki “Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili”. Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı, üzerinde “Burada hiçbir şey yetişmez“yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal’in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar “BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ”. Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum diyorsunuz ki ne yaptınız diye “ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık” öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.<br />
<br />
Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade’nin kafa çok karışık. “Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burada orman olacağını?” der. “Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN’ın burada bir şey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya’dan kaçtım, buradaki köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burada ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. “Al dediler”, bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. “Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz” dediler. Ah o iki gün Çankaya’da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana “ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burada ne ekersen biçersin”. Ve hani Tahsin COŞKAN’ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim” diyecektir.<br />
<br />
Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK’e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN’dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız.<br />
<br />
Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek “17 Ağustos depremi”. Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930’dan beri bize “lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın” diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.<br />
<br />
Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da “ATATÜRK Çiçeği” diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu “Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK’le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK’ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir”. Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.<br />
<br />
Peki başka bir lider var mı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır.<br />
<br />
Diyor ki Mustafa Kemal ”çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bir liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.<br />
<br />
Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal’e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı?<br />
<br />
Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK’ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada “kültür antropologu” sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal’dir.<br />
<br />
“Kültür Antropologu” nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel’e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya‘da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. “Ya ne yapıyor Mustafa Kemal” diyorlar. Çankaya’ya gidiyor,<br />
<br />
Çankaya’da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra “gelin diyor Ahlatlıbel’e gidiyoruz”. Hemen geliyor diyor ki “arkeologlar toplanın”. Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeologumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞAR’ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyor ki Mustafa Kemal heyecanla; “kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir”. Yabancı arkeologlar “el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun” der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal’in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular oradan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamayacaklardır.<br />
<br />
Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN’ın yazdığı “Sırat Köprüsü” adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince “bana Galip ARCAN’ı çağarın!” der. Galip ARCAN gelince “bu piyesi siz mi yazdınız? “der. “Evet paşam ben yazdım”. ”Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin’in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum” diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyor musunuz? Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki “a be Atam boldvilin’e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın”. Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK’le iddiaya girmek gibi, dedim “senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun”.<br />
<br />
O sırada da “Sanat ve ATATÜRK” adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim “herhalde burada iddiayı kazandım”. Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal’e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk “Gel Cezmi gel, burada başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın” der. Cezmi AR hayatının son günlerinde “ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım” diyecektir.<br />
<br />
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya’ da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur; “Ben bir İnkılap Çocuğuyum” dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937’dır, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.<br />
<br />
Bu arada ATATÜRK’ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime.<br />
<br />
Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyor ki ATATÜRK için “Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal’dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sığan etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal’dir” bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.<br />
<br />
Peki, tamam laf iyide diyorsunuz ki laflar karın doyurmuyor, Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara’daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı bir yerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan irini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım”. Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal’dir.<br />
<br />
İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.<br />
<br />
Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalar’a götürüyorum. Anafartalar’da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar ki “niye bunları okuma gereği duyuyorsun” verdiği cevaba bakın; onlara diyor ki: “Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu<br />
tespite çalışıyorum”. Yıl 1914, gelelim 1916’ya. Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR’ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor musunuz?<br />
<br />
"Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak”. Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal’in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK’ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama top yekun savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.<br />
<br />
Devam edecekUnknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-62816399702029642092008-05-21T09:57:00.017+03:002009-12-23T10:03:34.560+02:00İÇİMİZDEN BİRİ : ATATÜRK (2)İÇİMİZDEN BİRİ : ATATÜRK (1)'DEN DEVAM<br />
<br />
Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz.Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun’un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. “Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun” (yani şurada oturan bizler için şehit olan) “bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun” diyor, omzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı, çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.<br />
<br />
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati’den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler “nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına” dediğinde aldığı cevap ”dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul” diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.<br />
<br />
Albay Hulusi ATAK’ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar “bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım” dediğinde aldığı cevap “adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu” cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.<br />
<br />
Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanımı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz? cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi aman diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın “MUTFAK PROJESİ”, inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.<br />
<br />
ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek REŞİT’i tanıdı, Atatürk Şuküfe Nihal’i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış “anne Nezahat ile babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın” demiş ve bu arada şöyle yazmış” biz Mehmetçik Nezahat’e Türklerin Jan Dark’ı diyoruz” demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jan Dark’ı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat’i ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.<br />
<br />
Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal’dir. İyi ki de yazmış eşkenar üçgen demek için “müselleseyi bilmem ne bilmem ne...” demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor. Adı<br />
<br />
“Mimber”, 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal’in gazetesi dedim. “Sansür” kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü. Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal?<br />
<br />
Sadece gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?<br />
<br />
İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum, diyorumki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk örneğimiz; dediniz ki demin Türkiye’deki sorunları sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki Amerika’nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr.Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki “ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK’ü örnek lsın yeter Türkiye”.<br />
<br />
ATATÜRK’ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun üzerine turdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde ATATÜRK’ün ekonomide n önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk parasının değerini korumak. Peki, 1919’a baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. a bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938’de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919 dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum.<br />
<br />
Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık 1927 tarih. 5 Aralık 1927’de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz, karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz oda bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK’ü mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.<br />
<br />
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabii ki. Peki 1929’da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor. Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne kadar? Eksi 1.2, bunlar resmi rakamlar.<br />
<br />
Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere’de bir seçim yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Lezli Abdela diye bir hanımefendi. Lezli Abdela’yı tüm ülkeler çağırır, “ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise” derler. Lezli Abdela’yı Türkiye de çağırır. Şileye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti “ingiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK’e danıştı”. Yani ben Türkiye ye terciye tere satmaya geldim. Peki Lezli Abdela’nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? “Mutfak Projesi” peki şöyle yazıyor şurada; “1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK’ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba” diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye’de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna.<br />
<br />
Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ,<br />
<br />
Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın unvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde Erzurum’a davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan “off ayağım belim melim” dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum’u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa’ya kadar geliyor, Bursa’nın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.<br />
<br />
Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara Fatma’nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa’ya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma’nın. Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma’yla yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyor ki; “çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı Kızılay’a bağışladın?” diyor. Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle:<br />
<br />
“Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak maşımı Kızılay’a bağışlıyorum” diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? ATATÜRK’e bir gazeteci sorar; “neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız” diye. ATATÜRK’ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum: ”Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır.“ diye cevaplayacaktır. Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar, varolsunlar.<br />
<br />
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma’nın örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma parçası olarak Kara Fatma’nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu arada ATATÜRK’ün şu sözü çok hoşuma gider diyor ki;<br />
<br />
“Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur.” Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum. Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım. Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir. Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? Şair Melek hanım diye anılırmış Haçin’de. Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış. O anda gördüklerini kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir destan. Başına ne demiş biliyor musunuz “inşallah okuna”. Ben 45 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da “bizden sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum” demiş son iki kıt’ayı sizlere okuyorum<br />
<br />
Meydan kazanı kurdular<br />
Tüm bebeklerimizi kaynattılar<br />
Gün görmedik anaları<br />
Süngü ile oynattılar<br />
Kundakları verdiler<br />
Kanlı kundak yu dediler<br />
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar<br />
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler<br />
<br />
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz. Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz ama liderlik dedik biraz da gülümseyelim mi? Lider dedik, ATATÜRK’ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya’ya gidelim. Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir “Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni” der. küçücük bir çoban gelir. Derki “Sesin çok güzel bana da bir türkü okur musun”. Başlar çoban “demirciler demir döver tunç olur” diye, bitince ATATÜRK dalmıştır “bis bis” der. Çoban böyle bakar. “Oğlum der bis” der “Çok beğendik tekrarla anlamına gelir”. Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK’e “bis bis” der. Bu espri ATATÜRK’ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.<br />
<br />
ATATÜRK’ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK’e “sen Türklerin şahısın şususun bususun ...”, feci dalkavuk. Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyor ki Atatürk;“Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız”. Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor. Ah diyorlar adama taktı ATATÜRK, birde zaten sinirlenmiş durumda, birde çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak. adam perişan, ah paşam vah paşam derken “Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum”. Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRK’ün müthiş espiritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın konusu ne biliyor musunuz? “ESPİRİLERİYLE ATATÜRK”. Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz. Bir gazetecide Atatürk’e sorar “size der diktatör diyorlar ne dersiniz”. Atatürk şöyle bir bakar, “Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız “ diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.<br />
<br />
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara’ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri “ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz” der. “Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım” der. Yaveri; “aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik” der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki “Geç fark ettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması”. Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.<br />
<br />
Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK’ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; “Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır” diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal’i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .<br />
<br />
Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul’a ATATÜRK diyorduk ya Ankara’ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;“Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet’i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim” diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek istiyorum;<br />
<br />
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. “Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa’ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa’ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK “Berlin Üniversitesine gitsin” diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı “Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var” telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu ”sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz”. Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor “gel de şimdi gitme, gitte orda çalışma, dön de bu ülke için canını verme”.diyor.<br />
<br />
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye’nin? Beyin göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeter ki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun. İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır “O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai’ye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul’un da düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçe’den ATATÜRK’ün Şehir Tiyatrolarına geleciği haber verildi. Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı. ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı.<br />
<br />
Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL’un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK “Yaaa öylemi Muhsin Ertuğrul’la Görüşürüz” dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL’un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL’u ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. “Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini ciddiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler” demez mi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada”. Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.<br />
<br />
Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim Yabancı ülkelere gittim. portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktımı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana “Türklerin özel bir günü herhalde bu gün”. “Neden” dedim? Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? “Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun”. “Ne” dedim. “Türkiye’yi isterim de isterim diye tutturacağım” dedi. Bir spriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez.<br />
<br />
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom, toryum, bor. Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burada çıkıyor, burada çıkıyor, burada çıkıyor ama Türkiye’nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiye’de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye’nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre. Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda. Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum’a gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa’ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Darvas diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davras’ta. Bir buçuk saat sonra, Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim konferans için Antalya’ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Bir buçuk saatlik mesafede. Bursa, Uludağ’a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya’ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya kar-ı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka. Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede. Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanankapanmayan, laik olan–olmayan, ATATÜRK’çü olan–olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok. <br />
<br />
Yeni ATATÜRK’ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum.<br />
<br />
ATATÜRK de, et artı kemik artı kandı,<br />
İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,<br />
ATATÜRK de herkes gibi kusurları olan,<br />
Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,<br />
Ama güzeldi.<br />
ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,<br />
Serhat türkülerini, alaturkayı, mesela Safiye Ayla’yı,<br />
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,<br />
Miri kelam bir İstanbul efendisi.<br />
Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,<br />
Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,<br />
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,<br />
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.<br />
Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.<br />
<br />
İnsan üstü değildi ATATÜRK,<br />
Tam insandı.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-55270361967334224532008-05-16T10:09:00.003+03:002009-12-23T10:12:20.017+02:00TÜRK ADININ ANLAMITürk Milleti’nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. “Türk” sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.<br />
<br />
Türkler’in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı “Türk” adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy’da “Tik” vveya “Tikler” adıyla geçmeye başlamıştır.<br />
<br />
Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy’dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.<br />
<br />
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,<br />
<br />
-Heredotos’un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB‘lar. <br />
-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE‘ler <br />
-Tevratta adı geçen Togarma‘lar.<br />
-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA‘lar veya THRAK‘lar <br />
-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU‘lar.<br />
-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy’da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ‘ler<br />
<br />
Bizzat “Türk” adını taşıyan Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.<br />
<br />
İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli “Zend - Avesta” rivayetleri ile İsrail menşeli “Tevrat” rivatetleride Nuh Peygamber’in torunu olan Yafes’in oğlu “Türk” ile İran rivayetlerideki Feridun’un oğlu “Türac” veya “Tur”un soyu Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.<br />
<br />
“Avesta”da yer alan “Ebül Beşer”den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun’dan bahsedilmektedir. “Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak’a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak’a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm’a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak’a saldırmıştır.<br />
<br />
Irak, Turak’ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak’ın torunu “Afrasyap”(2) Irak torunun “Muncihir”i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda “TURAN”, batısına da “İRAN” denmiştir.<br />
<br />
Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes’e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan “TÜRK” e bırakmıştır.<br />
<br />
Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)‘den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa’nından bahsedilmektedir.<br />
<br />
Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan “Türk” kelimelerinden ,Türk adının ne kadar eski olduğu ortaya çıkmaktadır.<br />
<br />
MÖ XIV. yy’da yer alna “Tik”ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya’da kurulan “Anav” medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy’da Tik’ler , MÖ. VII. yy’da Anavlar ,MÖ IV yy’da Sakalar ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.<br />
<br />
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide “Tu-Kiu” şeklinde görülmektedir.<br />
<br />
MÖ. I yy’da Roma’lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala’nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan “Turcae” olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.<br />
<br />
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy’da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti’nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler’in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.<br />
<br />
MS. 585 yılında Çin İmparatoru’nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara’ya yazdığı mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye hitap etmesi, İşbara Kağan’ın ise Çin İmparatoruna verdiği cevabi mektupta “Türk Devleti’nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti” hitapları Türk adını resmileştirmiştir.<br />
<br />
Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok “Türk Budun” şeklide geçmektedir. Türk Budun’un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir.<br />
<br />
Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-50136115434819957872008-02-22T10:12:00.001+02:002009-12-23T10:13:42.734+02:00BURSA NUTKUTürk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.<br />
<br />
<br />
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”<br />
<br />
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”<br />
<br />
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-32029249682133560932008-02-21T10:14:00.003+02:002009-12-23T10:16:13.219+02:00ATATÜRK İLKELERİ : LAİKLİK İLKESİLaiklik, "din" in kendisini değil, din adına baskı ve zorbalığın devre dışı bırakılmasıdır; uzun bir evrim süreci içinde, koşulların zorlamasıyla doğmuştur.Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü tasarruf, dîne, daha doğrusu kutsal kitaba göre değil, Anayasaya, yasalara ve kurallara göre yapılır. Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır.<br />
<br />
<br />
<strong>“ "Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karsı değiliz. Biz sadece, din işlerini devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz." ” </strong><br />
<br />
Mustafa Kemal, birçok çağdaş değeri kendileri ile zamanında karşı karşıya gelmiş ve savaşmış olmasına karşın Batılı ülkelerden almış; bunun sebebini ise çağı yakalamanın gelişmiş ülkelerde olduğu gibi akıl ve bilimin kullanılabilmesine engel teşkil edecek kurum ve kuralların ortadan kaldırılması ile mümkün olabildiğini göz önünde tutmasıdır.<br />
<br />
Mustafa Kemal henüz genç bir subayken şu kanaate varmıştı:<br />
<br />
“ Mevzuatını ve hareket tarzını Kuran’dan ve hadisten alan bir devlet, bilimin ve çağdaşlığın gerisinde kalır. ” <br />
<br />
1924 yılında yaptığı bir konuşmada Dünya yüzündeki her şey için, maddî ve manevî her şey için, yaşam için ve başarı için en doğru yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak, düşüncesizliktir, bilgisizliktir, yanlıştır, demiştir.<br />
<br />
Mustafa Kemal, gerek partisinin içinde gerekse dışında, farklı ideolojik görüşlere karşı son derece hoşgörülü olmasına rağmen ödün vermediği tek bir konu vardı: Laiklik! Serbest Fırka'nın önderliğini üstlenecek olan Fethi Okyar'a yazdığı mektupta yer alan şu satırlar, bu konuda çok aydınlatıcıdır: Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur... Laik Cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her türlü siyasi faaliyetinin bir engelle karşılaşmayacağına güvenebilirsiniz efendim.<br />
<br />
Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmet tir. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin" lerin düşünceleri önemlidir.<br />
<br />
Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında, sadece din ve devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması ve yasaların dine göre değil, toplumun gereksinmelerine göre yapılması ilkelerine bağlamaktadır.<br />
<br />
3 Mart 1924 tarihinde Şeriye Vekaleti'ni kaldıran yasanın 4. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti'nde insanlar arası ilişkileri düzenlemek üzere kanun yapmak yetkisi yalnızca TBMM'ndedir. hükmü artık dine dayanılarak yasa yapılamayacağının belki dolaylı, ama açık bir anlatımıydı.<br />
<br />
Atatürk'ün Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ve Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir özdeyişleri de onun laiklik anlayışının uzantılarıdır.<br />
<br />
“ Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir.(1930) ” <br />
<br />
“ Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir.(1930) ” <br />
<br />
“ Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz.(1926)Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-89535997565624914262008-02-20T10:16:00.003+02:002009-12-23T10:21:17.391+02:00ŞAPKA VE KIYAFET DEVRİMİ<strong><em>Sayın okuyucu,</em></strong><br />
<strong><em></em></strong><br />
<strong><em>Bu yazının bu siteye konma amacı tarihsel bilgiler vermek değildir. Sadece okumanızı ve düşünmenizi istiyorum..</em></strong><br />
<strong><em>Saygılarımla</em></strong><br />
<strong><em>Aylin Şahin</em></strong><br />
<br />
<br />
Atatürk, 23 Ağustos 1925’te Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini verdi. “Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz.” diyen Atatürk, 27 Ağustos 1925’te de İnebolu’da “Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir.” diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir. <br />
<br />
Atatürk’ün uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarih ve 671 Sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik, medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan sonra, cüppe ve sarık giymek yasaklanmış, bu kıyafetleri giyme hakkı yalnız din adamlarına tanınmıştı.<br />
<br />
<strong>Şapka Kanunu </strong><br />
<br />
Kanun No. 671: <br />
<br />
Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun, 28 Teşrinisani (Kasım) 1341(1925):<br />
<br />
Madde l - Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedirler. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet men eder.<br />
<br />
Madde 2 - İşbu kanun neşir tarihinden itibaren muteber (yürürlükte)dir.<br />
<br />
Madde 3 - İşbu kanun Büyük Millet Meclisi ve icra Vekilleri Heyeti tarafından icra olunur.<br />
<br />
<strong>Kılık Kıyafet Kanunu </strong><br />
<br />
Madde 1- Herhangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin (din görevlilerinin) mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya başka bir ruhaniye verilmesi caizdir.<br />
<br />
Madde 2- Türkiye’de kanuna tevfikan teşekkül etmiş ve edecek olan izcilik ve sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler mahsus kıyafet, alamet ve levazım taşımak istedikleri zaman yalnız nizamname ve talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet, alamet ve levazım taşıyabilirler.<br />
<br />
Madde 3- Türkiye’de bulunan Türklerin ve yabancıların, yabancı memleketlerin siyaset, askerlik ve milis teşekkülleri ile münasebetli kıyafet ve alametlerini ve levazımını taşımaları yasaktır.<br />
<br />
Madde 4- Ecnebi teşekkül mensuplarının kendi kıyafet, alamet ve levazımları ile Türkiye’yi ziyaret etmeleri, İcra Vekilleri Heyeti kararıyla tayin olunacak mercilerin müsadesine bağlıdır.<br />
<br />
Madde 5- Türkiye Devleti nezdinde memur bulunanların kıyafetleri beynelmilel mer’i adetlere tabidir.<br />
<br />
Madde 6- Bu kanunun tatbik suretini gösterir bir nizamname yapılır.<br />
<br />
Madde 7- Birinci maddenin hükümleri, bu kanunun neşri tarihinden altı ay sonra ve diğer maddelerin hükümleri bu kanunun neşri tarihinden itibaren mer’idir.( geçerlidir.)<br />
<br />
Madde 8- Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-55978786859112525492008-02-18T10:21:00.001+02:002009-12-23T10:22:27.400+02:00ATATÜRK VE BAKARA SURESİMustafa Kemal, kurulacak devletin şekli ile ilgili toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken sıra, mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir. <br />
<br />
Mustafa Kemal, bunlara haber göndertip, elecek hafta kendileriyle bu konuyu görüşeceğini ancak konuşmalarının bir temeli olarak katılacak olan herkesin Bakara suresini 288. ayetine kadar okumalarını rica eder.<br />
<br />
Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar: 'Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden Bakara suresini 288'e kadar okumanızı rica etmiştim. Kimler okudu Bakara'yi 288 'e kadar?' <br />
<br />
Salondaki bütün eller istisnasiz olarak bu ricayi yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar. Bunun üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder: 'Beyler işte, kuracağımız devletin neden din temeline dayanamayacağının açıklaması: <br />
<br />
Bakara yalnızca 286 ayettir.'Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-90782869419378590222008-01-25T10:23:00.013+02:002009-12-23T10:29:13.986+02:00ATATÜRK'E YAPILAN SALDIRILAR VE YANITLARI<div style="text-align: center;"><strong>Atatürk’ün Özel Yaşamı </strong><br />
</div><div style="text-align: center;"><strong>(Uydurmalar / Saldırılar-Yanıtlar) </strong><br />
</div><div style="text-align: center;"><strong>İsmet Görgülü </strong><br />
</div><div style="text-align: center;"><strong>Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi</strong><br />
</div><br />
<div style="text-align: center;">-------------------------------------------------------------------------------<br />
</div><br />
<strong>Yapılan Saldırıların Nedeni</strong><br />
<br />
Atatürk milliyetçiliğine dayalı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak veya bölmek isteyenlerin önündeki en büyük engel Atatürk’tür. <br />
<br />
Öncelikle Atatürk’ün kendisidir. <br />
<br />
O’nun Türk ulusunun gönlünde yaşamasıdır, O’na bağlılığıdır. <br />
<br />
Atatürk faktörü varoldukça hiçbir güç Türkiye’yi bölemeyecek veya bir İslam devleti kuramayacaktır. <br />
<br />
Bu sebeple, amaçları ülkenin batması olan hainler ve onlara göz yumanlar öncelikli hedeflerini Atatürk faktörünü yıkmak olarak görürler. <br />
<br />
İzledikleri metodoloji ise; öncelikle İslamiyet’i saptırarak demokrasi ve laikliğin Allah’a karşı gelmek olduğunu göstermek, <br />
<br />
Müteakiben demokrasi ve laikliği Atatürk’ün getirdiğini vurgulamak, <br />
<br />
Ayrıca O’nun hain, namussuz ve İslamiyet düşmanı olduğunu söyleyerek mümkün olduğunca çok kişiyi kandırmaktır.<br />
<br />
<strong>İftiraların Kaynağı</strong><br />
<br />
Yapılan saldırıların en önemli kaynaklarından biri Rıza Nur’dur. <br />
<br />
Rıza Nur tıp doktorudur. Birinci ve İkinci Meclis’lerde iki dönem milletvekilliği yapmıştır. <br />
<br />
Lozan Konferansı’na İsmet İnönü mahiyetinde katılmıştır. <br />
<br />
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 14 ciltlik “Türk Tarihi” isimli bir eser yazmıştır. <br />
<br />
Eylül 1926’da hastalığı münasebetiyle Fransa’ya yerleşir ve kendisine milletvekili maaşı ödenmeye devam edilir. <br />
<br />
Atatürk 1927 yılında Nutuk’u okur ve yayımlar. <br />
<br />
Nutuk’ta bu kişinin, Balkan Savaşı sırasında vatana ihanet ettiğini, Arnavutları isyana teşvik ettiğini açıklar. <br />
<br />
Rıza Nur 1928 yılında Nutuk’u okur ve “Hayat ve Hatıratım” isimli anılarını yazmaya başlar. <br />
<br />
Eser tamamen Nutuk’a cevap şeklindedir ve orada geçen olayları ters yüz ederek anlatmaktadır. <br />
<br />
Anılarını 1935 yılında, British Museum’a 1960 yılına kadar yayımlanmamak kaydıyla gönderir. Diğer bir ifade ile olay tanıklarının ölmesini bekler. <br />
<br />
Anılarında Atatürk’ü kötüler ve bir nevi intikam alır. <br />
<br />
Kurtuluş Savaşı’nın kendisinin sayesinde kazanıldığını iddia eder. <br />
<br />
Lozan’ı yapan, saltanatı kaldıran ve devrimlerin fikir babası olarak kendisini gösterir. <br />
<br />
Kendi anılarından Rıza Nur’un kişilik yapısını çıkaran doktorların ifadeleri şöyledir. <br />
<br />
Ağır bir ruhsal bozukluk, homoseksüel eğilim, narsisizm, paranoid reaksiyon, vs. <br />
<br />
Kendi anlatımlarında yazdıkları ise şöyledir. <br />
<br />
Gençliğinde tecavüze uğrar, bir harbiyeliye aşık olur ve kadın olmak ister, “kadını erkekle eşit saymak hatadır”, “kadın çocuk makinasıdır”, “Arnavutları isyana teşvikim iftihar sebebidir” der, vs.<br />
<br />
<strong>Annesi ve Babasına Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Zübeyde Hanım bir kişiyle beraber yaşıyormuş. O kişi ölünce babalık davası açmış. <br />
<br />
Kişinin yakınları ölen kişinin, Zübeyde Hanım’ı genelevden iki yaşında oğlu ile birlikte odalık aldığını söylemişler. <br />
<br />
Mahkeme geneleve sormuş ve genelevin yanıtına göre Zübeyde Hanım 19 Haziran 1881’de oğlu ile beraber geneleve girmiş ve 11 Nisan 1882’de ölen kişi tarafından çıkarılmış. <br />
<br />
Diğer bir ifade ile babası belli değilmiş.<br />
<br />
<strong>Annesi ve Babasına Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi ile 1871 yılında 14 yaşında iken evlenmiştir. <br />
<br />
Sözde mahkeme kararı 1882 yılında alınmıştır. Ancak bu tarihte Zübeyde Hanım hala Ali Rıza Efendi ile evlidir ve dört çocuk (Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa) sahibidir. <br />
<br />
Ali Rıza Efendi 1893 yılında vefat etmiştir. Diğer bir ifade ile başka birine babalık davası açtığı anda Zübeyde Hanım hâlâ Ali Rıza Efendi ile evlidir. Böyle bir dava açması mümkün değildir. <br />
<br />
Ayrıca, Osmanlı’da devletten müsaadeli, ruhsatlı ve meşru genelev yoktur. <br />
<br />
Dolayısıyla mahkemenin genelev ile resmi olarak yazışması mantıklı değildir. <br />
<br />
<strong>Soyuna Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Mustafa Kemal Türk değilmiş. <br />
<br />
Yahudi dönmesi, Sırp, Bulgar, Makedonmuş<br />
<br />
<strong>Soyuna Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Zübeyde Hanım’ın soyu yörüktür. Fatih Sultan Mehmet döneminde Karamanoğlu Beyliği’nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar’da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. <br />
<br />
Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilmiştir ve sonra Selanik’e göç etmiştir. <br />
<br />
Konya bölgesinden geldikleri için “Konyarlar” ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve anılmışlardır. <br />
<br />
Ali Rıza Efendi’nin soyu, Aydın/Söke’den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen, “Kocacık Yörükleri”ndendir. <br />
<br />
Aile, sonra Selanik’e göç etmiştir. <br />
<br />
Manastır’da yerleştikleri yere “Kocacık” denmiştir.<br />
<br />
<strong>Sofrasına ve İçkisine Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Sarhoşmuş, ayyaşmış, sabaha kadar içermiş, körkütük sarhoş olurmuş. <br />
<br />
Sofrası zevk ve sefa alemiymiş. Ülkeyi sofradan idare edermiş. <br />
<br />
Geceyi içki ve fuhuş aleminde, gündüzü uyuyarak geçirirmiş.<br />
<br />
<strong>Sofrasına ve İçkisine Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Atatürk alkol kullanırdı. Rakıyı tercih ederdi. Baş mezesi leblebi, beyaz peynir ve kavundu. <br />
<br />
Ancak günlüklerde ve anılarda aşağıdaki ifadeler vardır. <br />
<br />
Ciddi işler konuşulduğunda kahveden başka bir şey içmezdi. Buhranlı zamanlarda O’nun için sofra-içki yoktu. <br />
<br />
Korkunç derecede iradesi vardı. Sarhoşluktan hoşlanmazdı. <br />
<br />
Atatürk’ün akşam sofraları ünlüdür. Birçok günlük ve anı defterinde aşağıdaki ifadeler vardır. <br />
<br />
Atatürk’ün sofrası bir yemek, içki, eğlence sofrası değil bir nevi akademi, dershane idi. Sofranın karşısında bir karatahta bulunurdu. <br />
<br />
Sofranın dağılması, görüşülen konunun önemine göre idi. Bazen sabahlanırdı. <br />
<br />
Tek eğlence alaturka saz getirip onu dinlemekti. Çoğu zaman gelen sanatçılar bir köşede unutulup geri dönmüşlerdir. <br />
<br />
Atatürk sofrasına herkesi bir maksatla davet ederdi. Oraya davet şeref sayılırdı. <br />
<br />
Atatürk bilmediklerini sofralarda bilenlerden öğrenirdi. Bakanlar, milletvekilleri hep o tebeşirli karatahtaya kalkmışlardır. <br />
<br />
Sofra bir idare yeri değil, dostları ile sohbet ve danışma yeri idi. <br />
<br />
Aynı zamanda bir imtihan yeri idi. Bir vazifede kullanacağı kişileri söylemeden, hissettirmeden burada yoklardı. <br />
<br />
Atatürk çalışmalarında; zaman, mekân ve imkân kavramlarıyla ilgili değildi. Başladığı bir işi bitirmeden rahat edemezdi. <br />
<br />
Az uyurdu. Uykuda geçirdiği zamana acırdı. <br />
<br />
Nutuk’u hazırlarken 20-30 saat aralıksız çalıştığı olmuştur. Beraber çalıştığı arkadaşları yorgunluktan baygınlık geçirirken kendisi çalışmaya devam etmiştir.<br />
<br />
<strong>Cinsel Yaşamına Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Eşcinsel imiş. <br />
<br />
Latife Hanım ile bu yüzden ayrılmış. <br />
<br />
Başkalarının eşlerine sarkıntılık edermiş.<br />
<br />
<strong>Cinsel Yaşamına Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Atatürk öncelikle bir insandır. Tabii ki sevmiş ve sevilmiştir. Sevdiklerine mektup, şiir ve şarkılar yazmış ve bunları günlüklerinde açıkça ifade etmiştir. <br />
<br />
Eşcinselliğine yönelik Rıza Nur’un iftiralarından başka hiçbir belge ve kanıt bulunmamaktadır. <br />
<br />
Yakınları hiçbir evli kadınla ilişkisi olmadığını belirtmektedir. <br />
<br />
Ayrıca hiçbir ilişkisini Köşk’e taşımadığı, saati saatine tutulan Nöbet Defteri’nden anlaşılmaktadır. <br />
<br />
Bu defterde bazen “Büyük Bayan”a gittiğinden bahsedilmektedir. Ancak bu bayan kardeşi Makbule Boysan (Atadan)’dır. <br />
<br />
Atatürk’ün evliliği yaklaşık 2,5 sene sürmüş ve 5 Ağustos 1925 ayrılmışlardır. <br />
<br />
Tüm yakınlarının belirtiklerine göre ayrılmayı Mustafa Kemal istemiştir. Latife Hanım son ana kadar umudunu kaybetmemiş ve tekrar beraber olabilmek için her türlü yakını araya koymaya çalışmıştır. <br />
<br />
Ayrıldıktan sonra bir daha evlenmemiş ve Atatürk’e bağlılığını sürdürmüştür.<br />
<br />
<strong>Dini İnancına Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Mustafa Kemal dinsizmiş, kâfirmiş. <br />
<br />
Laiklik adı altında din düşmanlığı yapmış. <br />
<br />
“Devletin dini olmaz” diyene Müslüman denemezmiş.<br />
<br />
<strong>Dini İnancına Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Öncelikle herkesin dini kendinedir ve hiç kimseye kimseyi yargılamak düşmez. <br />
<br />
Atatürk söylevlerinde şunu açıkça belirtmiştir. “İslam’la birlikte insanlık, dünya yaşamını düzenlemede yararı, zararı kendine ait olmak üzere serbest kılınmıştır.” <br />
<br />
Kur’an’da bunu belirten sayısız ifade bulunmaktadır. <br />
<br />
Atatürk ayrıca şunları da belirtmiştir. <br />
<br />
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur”, “Din, Allah’la kul arasındaki bir bağdır”, “Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin gereklerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz”, “Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarlarına uygundur, biliniz ki o dinimize de uygundur”. <br />
<br />
Atatürk İslam dinine şu hizmetleri yapmıştır. <br />
<br />
Kur’anı’ı ilk kez Türkçe’ye çevirtmiş, bastırmış ve ücretsiz olarak dağıtmıştır. <br />
<br />
Kur’an’ın bilimsel tefsirini yaptırmış, bastırmış ve ücretsiz olarak dağıtmıştır. <br />
<br />
Bazı hadislerin çevirisini yaptırmış ve dağıtmıştır. <br />
<br />
Hutbeleri ve ezanı Türkçe’leştirmiştir. <br />
<br />
Din görevlisi ihtiyacını karşılamak için imam-hatip okulları açtırmıştır.<br />
<br />
<strong>Para İle İlgili Saldırılar</strong><br />
<br />
Zengin olma hırslısı imiş. <br />
<br />
Mal edinme hırslısı imiş. <br />
<br />
Devletin parasını keyfi ve zevk-sefa âlemlerinde harcamış. <br />
<br />
Hint müslümanların gönderdikleri yardım parasını zimmetine geçirmiş.<br />
<br />
<strong>Para İle İlgili Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Atatürk 1927 yılında çiftlik gelirlerini CHP’ye bırakmış, 1937 yılında ise tüm mal varlığını hazineye yani milletine bağışlamıştır. Ayrıca özel bir yasa ile mirasçılarının pay alma haklarını ortadan kaldırır. <br />
<br />
Bunun üzerine BMM kendisine bir teşekkür telgrafı geçer. <br />
<br />
Atatürk’ün cevabı şu şekildedir. “Yapılan bir vazifedir”. <br />
<br />
Para ve mal edinme hırslısı olan bir kişi için bu davranış pek mantıklı değildir. <br />
<br />
“Kişinin aynası işidir” sözünden hareketle yine Atatürk’ün para ile ilgili yaptıklarına ve icraatlarına bakmak uygundur. <br />
<br />
Üzerinde para taşımazdı. Şahsı ile ilgili yapılan harcama dökümlerini bile detaylı incelemezdi. <br />
<br />
İstanbul’da kalınan zamanlarda aldığı maaşı masrafları karşılamaya yetmez, borçlanılırdı. <br />
<br />
Ankara’ya döndüklerinde kemer sıkıp borçlarını öderdi. <br />
<br />
Yardım paralarından artanlarla iklim ve ürün yönünden farklı bölgelerde çiftlikler alır ve yeni Türkiye’ye modern çiftçiliği öğretir. <br />
<br />
Makineli tarımı başlatır. İmalathaneler, fabrikalar, bahçeler, bağlar, parklar yaptırır. <br />
<br />
Ankara’da birkaç satış mağazası açılır. Müteakiben İstanbul’da da iki satış mağazası açılır. <br />
<br />
Ankara’nın çevresinde büyük bir orman geliştirilmesine başlanır. <br />
<br />
Atatürk’ün maaşı, ödeneği ve emekli aylığından başka geliri yoktur. <br />
<br />
Emekli aylığını hiç harcamaz ve İş Bankası’nda bulunan bir hesapta biriktirir. <br />
<br />
9.000 TL. maaş almaktadır. Bu paranın 2.000 TL.sini (sonradan 3.000 TL.sini) İsmet İnönü’ye, 1.100 TL.sini ise başka altı kişiye aylık yardım olarak verir. <br />
<br />
Kalan para ile Köşk’ün (çalışanların ve konukların yemekleri de dahil) masrafları ödenir. <br />
<br />
Seyahatlerinde sadece tren veya vapur ister, harcırah almaz maiyetine de aldırmaz. Tüm masrafları kendisi karşılar. <br />
<br />
Atatürk öldüğünde toplam 73.020 TL. birikimi vardır. Bunu da vasiyetinde CHP’ye bırakır. <br />
<br />
Aylık ortalama geliri 10.000 TL. kabul edilirse yaklaşık 7 aylık birikimi bulunmaktadır. <br />
<br />
Atatürk ayrıca “Mücevherler” isimli bir defter tutmuştur. Defterin dökümü şu şekildedir. <br />
<br />
Kravat iğnesi. <br />
<br />
10 adet kol düğmesi. <br />
<br />
1 adet kol, 2 adet cep saati. <br />
<br />
3 adet saat zinciri. <br />
<br />
4 adet köstek. <br />
<br />
İstiklal Madalyası.<br />
<br />
<strong>Ölümüne ve Cenazesine Yönelik Saldırılar</strong><br />
<br />
Ölümü çok içki içmesindenmiş. <br />
<br />
Ölüm saati uydurmadır aslında 02.00 civarında ölmüş. <br />
<br />
Cenaze namazı kılınsın istememiş ve kılınmamış.<br />
<br />
<strong>Ölümüne ve Cenazesine Yönelik Saldırılara Yanıtlar</strong><br />
<br />
Atatürk öldükten sonra otopsi yapılmaya gerek görülmemiş ve (alkolle bağlantılı) sirozdan öldüğü rapor edilmiştir. <br />
<br />
Oysa tıp uzmanları günümüzde bile biyopsi, bazı tahliller veya otopsi yapmadan sirozun sebebinin söyleyemeyeceklerini ifade etmektedir. <br />
<br />
Atatürk’e biyopsi, bu tahliller veya otopsi yapılmamıştır. Yani alkol bağlantılı siroz tanısı sadece tıbbi bir sanıdır. <br />
<br />
Sirozun dört sebebi olabilir. <br />
<br />
Daha önce geçirilen sıtma. Atatürk iki defa sıtma geçirmiştir. <br />
<br />
Hepatit virüsleri. Atatürk birçok diş tedavisi geçirmiştir. O günkü koşullarda kapabilir. <br />
<br />
Dengesiz beslenme. 12 yıl savaşta kalmış ve sonrasında da düzenli beslenmemiştir. <br />
<br />
İçki. Gündüz içmez, akşam içkili sofra var ise bir küçük rakının yarısını içmiştir. <br />
<br />
Ayrıca yabancı doktorların raporlarında, muayenelerden ve tahlillerden elde edilen bulgulara dayanarak Atatürk’te bulunan sirozun alkol bağlantılı siroz olamayacağı belirtilmiştir. <br />
<br />
Ancak ölümünden sonraki rapora Türk doktorlar tarafından alkolle bağlantılı siroz yazılmıştır. <br />
<br />
Atatürk’ün 09.05’te ölmediğini kanıtlayan hiçbir belge bulunmamaktadır. <br />
<br />
01 Ekim-10 Kasım 1938 arasında iki ayrı son nöbet defteri tutulmuştur. Birinci deftere sağlık durumu dakika dakika işlenmiştir. <br />
<br />
Buna göre o gece yarısı bile tedavisine devam edilmiş en son 08.30’da serum verilmiştir. 09.00’da nabız 130, soluk alıp verme 34 olarak kayıt edilmiştir. <br />
<br />
Atatürk son iki gününü komada geçirir. Bu zaman zarfında hiç yalnız (heyet bulunmakta) kalmamıştır. <br />
<br />
Dolayısı ile bu zaman zarfında cenaze namazımı kılmayın gibi bir istekte bulunacak durumda değildir. <br />
<br />
Cenaze namazı 19 Kasım 1938 saat 08.10’da Dolmabahçe sarayının büyük salonunda kılınmıştır. 1’inci Or.K.Org.Fahrettin Altay’ın da hazır bulunduğu namazı kıldıran Ord.Prof.Şerafettin Yaltkaya’dır. <br />
<br />
Atatürk, 11 Kasım 1930 öğleden önce 10 doktorun kontrolünde ve Prof.Dr.M.Lütfü Aksu nezaretinde tahnit edilmiştir. <br />
<br />
Tahnit edilen tabut 9 Kasım 1953’de 10 kişilik bir heyet huzurunda açılır. <br />
<br />
Gül ağacından tabutun içinde madeni bir sanduka bulunmaktaydı. İçi muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Talaşın içinde cesedin sarılı bulunduğu muşamba, daha sonra beyaz kefen içinde parafinli sargılarla sarılmış olan ceset bulunmaktaydı. Ceset bozulmamıştır.<br />
<br />
<strong>Ey Okuyucu</strong><br />
<br />
Yapılan saldırılarla aynı zamanda Cumhuriyet tarihi değiştirilmeye çalışılmakta ve Türk kimliğinden uzaklaştırma politikası güdülmektedir. <br />
<br />
Diğer bir ifade ile bu saldırılar aynı zamanda Türk ulusuna, Türk yurduna ve Türk devletine yapılmaktadır. <br />
<br />
Dolayısı ile bu saldırılar bütünlüğümüze, rejimimize, ulusal kimliğimize, güvenliğimize ve geleceğimize yapılan saldırılardır. <br />
<br />
Bu nedenle sorumluluk duygusu taşıyan tüm vatandaşlarımızın bu saldırılarla elinden geldiğince mücadele etmesi gerekmektedir.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-12099000803437974442008-01-24T10:40:00.002+02:002009-12-23T10:44:52.890+02:00ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER<strong>GAFİL</strong><br />
<br />
Gafil, hangi üç asır, hangi asır, <br />
Tuna ezelden Türk diyarıdır. <br />
Bilinen tarih söylememiş bunu, <br />
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak, <br />
Dinleyin sesini doğan tarihin, <br />
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak. <br />
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin. <br />
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları, <br />
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları, <br />
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz; <br />
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz. <br />
Hep insanlar kendini bilseler, <br />
Bilinir o zaman ki hep biriz. <br />
Türk sadece bir milletin adı değil <br />
Türk bütün adamların birliğidir. <br />
<br />
Ey birbirine diş bileyen yığınlar! <br />
Ey yığın yığın insan gafletleri! <br />
Yırtılsın gökteki gafletten perde, <br />
Hakikat nerede?<br />
<br />
Mustafa Kemal<br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------<br />
<strong>BİR ASKERİN MEZARINA </strong><br />
<br />
Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,<br />
Beyaz taş var, onun altında bayraklar <br />
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...<br />
Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt<br />
İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir<br />
Asker yatıyor...<br />
Onun hâbı istirahate çekildiği şu<br />
Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.<br />
Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar<br />
Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.<br />
Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin <br />
Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,<br />
Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin<br />
Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan<br />
Ona nâilini intizar olmuş!...<br />
<br />
MUSTAFA KEMAL<br />
Harbiye talebesi iken yazmıştır. <br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------<br />
<strong>BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN </strong><br />
<br />
Çıkıyor gönüllere istimdadı<br />
Sâmiamda vatanın feryâdı<br />
Çıkıyor gönüllere istimdadı<br />
Yaralı bir ananın evlâdı<br />
Etmesin mi anaya imdadı? <br />
<br />
Rumeli can veriyor yok mu ilaç.<br />
Edelim sıhhatini istimzaç;<br />
Etmeyelim kimseyi izaç?<br />
<br />
Zırhlılar her yeri tehidt ediyor,<br />
Makedonya bunu tes'it ediyor.<br />
İnkırazı bize teyit ediyor.<br />
<br />
Yemenin purişi malumu cihan<br />
Ne için eyledi millet isyân?<br />
Zulme ister mi bu yoldan burhan<br />
Turuşkalar bile aldı meydan<br />
<br />
Hani kânun-u adaâlet nerede?<br />
Mülk-ü millette himâye saadet nerede?<br />
Haricen mülk-ü himaye nerede?<br />
Bizde evvelki şecaat nerede?<br />
<br />
Gelse Ertuğrul şöhret-i pervas<br />
Eder elbette tahayyür ibraz<br />
Vatanın feyzine kâdir olamaz<br />
Yeniden fethine verseydi cevâz...<br />
<br />
Yıldırım görse şu ahvâlimizi<br />
Ateş kahrı yakar hâlimizi,<br />
Af eder mi bizim efâlimizi,<br />
Mahveder cumle-i emsâlimizi,<br />
<br />
Ey büyük Fâtih'i İstanbul'un...<br />
Bu revş olmadı mı makbulün<br />
Sây ile toplanılan mahsulün<br />
Berhava oldu fakat meçhulün...<br />
<br />
Yazık oldu Vatana âh yazık...<br />
Her ağızdan çıkıyor: Eyvâh yazık!..<br />
Acısın bizlere, âh yazık! <br />
<br />
MUSTAFA KEMAL<br />
Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905) <br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------<br />
<strong>HAYAT SERENADI </strong><br />
<br />
Atatürk'ün Salih Bozok'a yazdığı mektuptan : <br />
<br />
"Bir Fransız şairi hayatı şöyle tarif ediyor :<br />
<br />
Hayat kısadır,<br />
Biraz hayal,<br />
Biraz aşk<br />
Ve sonra Allahaısmarladık.<br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------<br />
<strong>KASİDEİ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER </strong><br />
<br />
Bir köhne kadit parçası, bir çehrei menhus,<br />
Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi,<br />
Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus<br />
Efkârı sakimane ile âleme karşı<br />
Ateş saçarak etmede her gün bizi tehdit,<br />
Âmali harisanesini eyledi tezyit...<br />
Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,<br />
Tırnaklarını aileler kalbine saplar;<br />
Mağdurlarının her biri bir kûşede ağlar,<br />
Katlandı vatan görmeğe evlâdını makhur...<br />
Birçoklarımız mahpes-ü menfada süründük.<br />
Ey gazii mecruhu vega dideye döndük.<br />
Ey kanlı eliyle vatan âmaline hail,<br />
Ey enmilei sürbu cinayata delâil<br />
Teşkil eden ey köhne kadit, katili efkâr,<br />
Ey katili şübbanı vatan, katili ahrar,<br />
Ey varlığı bir millet için bâdii zillet.<br />
Ey çehresi ifrite veren dehşeti vahşet,<br />
Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,<br />
Ziniciri esaretle bütün hisleri dondur.<br />
Tesmimi nefes, nefyi ebet, sonra denizler..<br />
Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler...<br />
Kâbusi hiyanetle vatan can çekişirken<br />
Âtimizi dendanı harisin kemirirken<br />
Bir gün Rumeli dağları envara boyandı;<br />
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.<br />
<br />
MUSTAFA KEMALUnknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-22125488426753812512008-01-24T10:38:00.004+02:002009-12-23T10:39:29.297+02:00ATATÜRK'ÜN SON SÖZLERİHer insanın karşılaşacağı ölüm gerçeğinin son saniyeleri geldiğinde, o sırada yanında bulunanlardan Dr. Neşet Ömer bey “Dilinizi göreyim efendim. Lütfen dilinizi dışarıya doğru çıkartın” diye telaşlanırken, Atatürk, Dr. Neşet Ömer beye bakarak “VE ALEYKÜMÜSSELAM” diyerek gözlerini kapatmıştır. (Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)<br />
<br />
Peki, o sırada Atatürk’ün yanında bulunanlar telaş ve çaresizlik içerisinde kıvranırlarken ve hiç gereği yokken Atatürk’ün “VE ALEYKÜMÜSSELAM” demesinin anlamı ne olabilir diye bir soru akla gelebilir. Böyle bir sorunun yanıtını Kur’an ayetlerinden öğrenelim. İşte Kur’an’ın söyledikleri:<br />
<br />
“Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra dosdoğru yolu izleyenlerin ölümleri anında melekler yanlarına gelirler: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin. Dünya yaşamında da, ahiret yaşamında da biz sizin dostunuzuz. Cennet’te canınızın çektiği ve istediğiniz her şey, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın bir ikramı olarak size sunulur’ diye kulaklarına fısıldarlar.” (Fussilet Suresi 30,31,32)<br />
<br />
“ İyiliklerini içeren kitabı sağ tarafından verileceklere, melekler: ‘SELAMÜN ALEYKE’ derler.” (Vakıa Suresi 90,91)<br />
<br />
İşte Atatürk’ün son sözünün ne anlama geldiğini anlamak isteyen ve istemeyenler için gerçek bir kanıt. Aslında Atatürk, hiçbir zaman açtığı çağın getireceği, sayısız siyasal, ekonomik, toplumsal ve dinsel sorunları kesin bir şekilde çözmüş olmak iddiasında bulunmamıştır.<br />
<br />
O, bizlere, çağdaş dünya koşullarında, gelecekte neler yapmamız gerektiğinin “yöntemini” bir “miras” olarak bırakıp gitmiştir. Bu mirasın 80 yıl öncesine değin bugünlere gelişi, konumuzu “Atatürk’ün dini nasıl anladığı” konusu etrafında yoğunlaştırarak izleyişimizin bize öğrettikleri, bu koşulları altında olmasa da, inanıyorum ki, gelecekte özel bir anlamı olacaktır.”Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1523946398498370817.post-70453682783704907542008-01-24T10:29:00.006+02:002009-12-24T10:03:52.234+02:00REŞİT GALİP VE ATATÜRK<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZp6lR70C_xyIbizp3m2t656KzDaYQZYXTueBIe-otGYzzY1sSrlE7eHX5zigIf9hZNXg1ojEZKIT3WUoUgOYa0jECJA2AcRKvN0-L6InF0Qb0NjSAq-jsuy0WuHMn64g2hB0BWpW-kok/s1600-h/yazdundar.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZp6lR70C_xyIbizp3m2t656KzDaYQZYXTueBIe-otGYzzY1sSrlE7eHX5zigIf9hZNXg1ojEZKIT3WUoUgOYa0jECJA2AcRKvN0-L6InF0Qb0NjSAq-jsuy0WuHMn64g2hB0BWpW-kok/s320/yazdundar.jpg" /></a><br />
</div>Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi'nden geçerek inerler. Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir. Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip'in 41 yaşında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü'yle yıldızının hiç barışmaması... <br />
<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">Rodos'ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris'e gelmiş. Liseyi İzmir'de okumuşlar.Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.Reşit Galip ise İstanbul Tıp'a gidip doktor olmuş. <br />
</div><br />
Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı'na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">1923 Mart'ında, hekimlik yaptığı Mersin'e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa'nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:<br />
</div><br />
"Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir."<br />
<br />
Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi'yi "milletin bir ferdi" sayan <br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş.Tabii en çok da Gazi'nin...<br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div>Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925'te Meclis'e girmiş.<br />
<br />
Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHF İdare Heyeti'nde görev almış. <br />
<br />
Türk Ocakları'nda, Halkevleri'nde çalışmış. Yine Atatürk'ün isteğiyle Serbest Fırka'ya girmiş. Ve Atatürk'ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış.<br />
<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHZRWhTQOrKpOB_choKD44CAJcRH7niS6vPnqJp7-Ll6XFNsQJGQDBGB9GCvOj0YCMedb7QrObyCcYAuJk7lDwVZMe55UIybYk4X_lvrT6MRgRG-4O8yyPhX5Dz1a3Yij4pvoS6ne70Dg/s1600-h/yemekte.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ps="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHZRWhTQOrKpOB_choKD44CAJcRH7niS6vPnqJp7-Ll6XFNsQJGQDBGB9GCvOj0YCMedb7QrObyCcYAuJk7lDwVZMe55UIybYk4X_lvrT6MRgRG-4O8yyPhX5Dz1a3Yij4pvoS6ne70Dg/s320/yemekte.jpg" /></a>Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:<br />
</div><br />
1931 sonbaharıydı. <br />
<br />
O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'in bir yakınmasıyla başladı.<br />
<br />
Esat Mehmet, Atatürk'ün Harbiye'den "tabya öğretmeni"ydi. Kazım Özalp'in "Atatürk'ten Anılar" kitabında (T. İş Bankası Y., 1992, s. 48-49) yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı. Esat Mehmet, "kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini" belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.<br />
<br />
Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı: "Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi" dedi. <br />
<br />
"Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. inkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz."<br />
<br />
Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı. <br />
<br />
"Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız" dedi.<br />
<br />
Ama Reşit Galip alttan almadı. <br />
<br />
"Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir. Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."<br />
<br />
Reşit Galip'in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı: Halkevi'nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekaleti'nden izin alamamışlardı.<br />
<br />
Reşit Galip <br />
<br />
"Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez" diye kestirip attı.<br />
<br />
Atatürk'ün kaşları çatıldı. <br />
<br />
"Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz" diye çıkıştı.<br />
<br />
Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı'nı işaret ederek dedi ki:<br />
<br />
"Devrimci devrimcidir. insanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır."<br />
<br />
Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:<br />
<br />
"Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?"<br />
<br />
"Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır."<br />
<br />
"Sizi de eleştiririm!"<br />
<br />
Bunun üzerine Gazi'nin sabrı taştı:<br />
<br />
"Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade edemem" diye haşladı.<br />
<br />
Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:<br />
<br />
"Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir'a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz." ilk kez Atatürk'ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.<br />
<br />
Reşit Galip'in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu'nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekanın sahibi Madam Senya'dan "İş Bankası'ndan kredi alamıyoruz" yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü'ne hitaben "yardımcı olunması" isteğini yazmış, Rus çifte vermişti.Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.<br />
<br />
Atatürk bu kez kızmadı; <br />
<br />
"Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin" diyerek kibarca Reşit Galip'i sofradan kovdu.<br />
<br />
Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:<br />
<br />
"Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır."<br />
<br />
Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp "Öyleyse biz kalkalım" dedi.<br />
<br />
Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip'i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.<br />
<br />
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:<br />
<br />
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı'nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.<br />
<br />
Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşit Galip'i sorar.<br />
<br />
"Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik" derler.Atatürk "Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir.Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira <br />
verseydiniz" der.<br />
<br />
Sonra "Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var" diye ekler.<br />
<br />
1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip'in Ankara Radyosu'ndaki bir konuşmasını dinler; "Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile" demektedir.<br />
<br />
Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder.Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.Onun yanına da, hocası Esat Mehmet'i oturtur.<br />
<br />
Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı'nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.<br />
<br />
Rose Noir olayı mı?<br />
<br />
Onu da hatırlatalım:<br />
<br />
İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca doğruca Dolmabahçe Sarayı'na gelmiş, Ata'nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir.<br />
<br />
Reşit Galip'in bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünun'dan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı. <br />
<br />
Eşi Zübeyre Hanım'ın deyimiyle "deli gibi çalışıyor" ama Atatürk'e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu.<br />
<br />
Aslında Atatürk'le araları iyiydi. O Gazi'ye "Paşam", Gazi de ona "Doktor" diye hitap ederdi.<br />
<br />
Torunu Feyhan Oran'a "Peki ne oldu da ayrıldı?" diye sordum.Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, "Seni eve ben bırakacağım" demiş. Eve bırakınca o da saygıdan, "Ben de sizi uğurlayacağım Paşam" karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış. <br />
<br />
O gece zatürree olmuş.<br />
<br />
Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim'inde görevden ayrılmış.<br />
<br />
1934 yazında Moda'daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş. <br />
<br />
Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış. Keçiören'deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış.<br />
<br />
1934'te, 41 yaşında hayata veda etmiş.<br />
<br />
"Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış" dedi hiç görmediği torunu Feyhan: <br />
<br />
"Anneannem üç çocuğunu büyütebilmek için Afet İnan'dan yardım istedi. Atatürk'ün yardımıyla krediyle bir ev aldılar. O evin bir odasına sığışıp diğer daireleri kiraya vererek geçindiler."<br />
<br />
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan "Türküm doğruyum çalışkanım" andı var ya... Geçenlerde sevgili hocam Prof. Dr. Baskın Oran'ın eşi Feyhan, "Biliyor musun o andı kim yazdı?" diye sordu.<br />
<br />
"Kim?" dedim merakla... Dedem." <br />
<br />
"Deden kim?"<br />
<br />
"Reşit Galip..."<br />
<br />
İnanılır gibi değil. Ne o andın 1933'ün 23 Nisan günü Reşit Galip'in kaleminden çıktığını biliyordum Ne de Feyhan'ın Atatürk döneminin Maarif Vekili Reşit Galip'in torunu olduğunu...<br />
<br />
Feyhan ilkokulda her sabah içtiği andın dedesinin kaleminden çıktığını ilkokul sonda annesinden öğrenmiş.<br />
<br />
CAN DUNDAR / MILLIYET / 25 KASIM 2007 - PAZARUnknownnoreply@blogger.com0